26 Ağustos 2009 Çarşamba

"Eşşek Muhabbetleri" çıktı. "Hector" ve "Hera" ile konuşmalarını kitaplaştırdı


Süleyman Ergüçlü, “Hector” ve “Hera” ile konuşmalarını kitaplaştırdı


Cumartesi 09:07
15 Ağustos 2009
Yorum Yaz Yazdır Arkadaşına Gönder

Gazeteci Süleyman Ergüçlü’nün, kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan Karpaz’a elektrik götürülmesi konusunda yayınladığı köşe yazılarının bir derlemesi olan “Eşşek Muhabbetleri” isimli kitabı yayınlandı.
Kapak tasarımını Uğur Kaptanoğlu’nun yaptığı, “Söylem Ajans ve Basın Hizmetleri”nde basılan kitabın kapaktaki tam ismi “Kaybedilen Bir Davanın Hikayesi- Hektor ile Eşşek Muhabbetleri” olarak yer alıyor. Kitapta eşek Hektor ve kaplumbağa Hera ile sembolik konuşmaların da yer aldığı, toplam 36 yazı yer alıyor.
Ergüçlü, yazıları kitaplaştırıp yayınlama amacını, kitabın önsözünde şöyle özetledi:
“Bu kitap, 2006-2007 yıllarında, KIBRIS gazetesindeki ‘Platform’ isimli köşemde yayınlanmış Karpaz’la ilgili yazılarımın bir derlemesidir…
Bu yazılar, o dönemde, hükümetin, tüm tepkileri gözardı ederek Karpaz’ın dağına taşına, Milli Park olarak koruma altına alınması gereken bölgelere, en ilkel şekilde direkler üstünde, tellerle elektrik götürme projesine bir başkaldırıydı…
Ancak bütün tepkilere rağmen, proje büyük bir vurdumduymazlık içinde süratle gerçekleştirildi…
Bu kitaptaki yazılar, o dönemde bu projeyi iptal ettirmeyi amaçlıyordu… İlk başta oturup düşündüm… Bana göre bir felaketin başlangıcındaydık ve yazılarla çok etkili mesajlar vermem gerekiyordu… Dolayısıyla değişik bir yöntem seçtim ve Hektor adını verdiğim bir eşekle mektuplaşmaya başladım…
Bir tür fabl denemesi yapıyordum… Önce, Karpaz’daki özgür eşekleri temsil eden ‘Hektor’ isimli bir eşek karakteri yarattım… Sonra yine, bölgede yapılaşma olursa, Akdeniz’de çok az olan yumurtlama alanlarını kaybedecek olan Caretta Caretta kaplumbağalarını temsilen ‘Hera’ isimli bir kaplumbağa karakteri yarattım… Bir de hayali örgüt yarattım: ‘Karpaz’a Elektrik Götürmeye Andiçmiş Savaşçılar’ (KEGAS)…
Ve köşemde bu karakterlerle yazışarak konuyu ele aldım… Ama maalesef proje gerçekleşti…
Bugünün en büyük tehlikesi ise o güzelim bölgenin yapılaşmaya açılmasıdır… Bu kitap da bu yapılaşmaya imza atacakların en azından iki defa düşünmelerini, imza atacak ellerinin titremesini sağlamak amacıyla yayınlanmıştır…”



Share/Save/Bookmark

25 Ağustos 2009 Salı

Merzifon ve Eşşek neden birlikte anılır? Tarihsel bir izah..(Eşşek dergisi, Merzifoni vs, Baha Tevfik) Viyana hezimeti vs Balkan Hezimeti

“EŞŞEK” DERGİSİ


Meşrutiyetin ilânından sonra, oluşan hürriyet ortamı içinde Osmanlı toplumunda peş peşe gazete ve dergiler yayınlanmaya başlar.


Meşrutiyetten sonra Baha Tevfik (1881–1916) tarafından yayınlanan mizah dergilerinden en ilginci de, 1910 yılında yayınlanmaya başlayan “Eş şek” ismindeki mizah dergisidir.


Eski yazıda, “Eşek” kelimesindeki (ş) harfinin tam manasıyla çifteli olarak “eşek” okunması için “şedde” denilen bir işaretin kullanılması gerekirdi. Onun için, 1910 da çıkan “Eşek”, şiddetli eşektir.


Eskiden bir insanın bilgisizliğini, ahmaklığını abartmak ya da tam olarak anlatabilmek için:


“-Şiddetli eşektir” derlerdi.


“Eşek” dergisinin ilk sayısı, 16 Teşrinisani (Kasım) 1326 da çıkmıştır.


Gazetenin başında imtiyaz sahibi, yani şimdiki “sorumlu yazı işleri müdürü dediğimiz kişiler şöyle belirtilmişti:


Sahibi imtiyaz: Merzifonî , Müdiri mesul: Halil”


Merzifoni, bilindiği gibi, Merzifonlu demektir.


Merzifon da "marsıvan eşeği" (İngilizcesiyle "marsovan jack", "marsovan donkey") namlı cins eşekleriyle tanınmış bir yerdir.


Gazetenin idarehane adresi olarak da şu beyit yazılmıştır:


“Babıâli Caddesindedir ahır,

Numro dörttür, iş düşerse gel anır”.

Notaya muafık her türlü anırtı kabul edilir.

İnsanlara ders-i edep verir. Sahiplerinin eşekliği tutunca neşrolunur, muti, mütehammil ve beynelmilel hayvan gazetesidir”.

Sermuharriri (başyazarı) Kıbrısî Don Kişot.

(Kıbrısında malum Karpat eşekleri meşhurdur. Ondan Kıbrısi demektedir)

Müdir-i edebî: Çimenderzade Faik.

Heyet-i tahririye (yazı kadrosu): Topal eşek, tırnağı karıncalı eşek, kaba kulak.


“Eşek” adı altında 16 sayı çıkabildikten sonra, mizah dergilerinin hemen hemen hepsinin başına gelen akıbet “Eşek”in de başına gelmiş kapatılmıştır.


Esasen “Eşek” ismiyle bir gazete imtiyazı almak da o zaman kolay olmamıştır.


Gazete sahipleri de sansür heyetinin bu isimde gazete neşrine müsaade etmeyeceklerini bildiklerinden bir hileye başvurmuşlardır.


Eski yazıda, eşek ile "gözyaşı" anlamına gelen “Eşk” diye imtiyaz vermiş, sonra kelimenin üzerine bir şedde koyarak gazete, “Eşşek” adı ile çıkarılmıştır.


“Eşek” gazetesi 16 sayı sonra kapatılınca, gazetenin sahibi bu sefer (Malûm) adı ile yeni bir imtiyaz alıp “Eşek”i bu sefer (Malûm) adı ile yeni bir gazete başlamıştır.


“Malûm” un başlığında şöyle bir resim vardı: Bir masa, arkasında bir eşek… Masanın üstünden, eşeğin yalnız iki uzun kulağı görünüyor.


Şüphesiz, eşeği ne kadar gizlerse gizlesinler, “Malûm” da “Eşek”in akıbetine uğramış, birkaç sayı sonra kapatılmıştır.


Ne hazindir ki, sansürün, yasağın, baskının, hür düşüncenin olmadığı ülkelerde yaratıcılık da böylece köreltilmiş oluyor.


“Eşek” in ilk sayısında, başyazı yerine çıkan şu fıkra da ilginçtir:


“İLK ANIRTI: Gayet açık fikirli bir zat, bir gün bir arkadaşına demiş ki:


—Yahu, bir oğlum doğarsa, ismini eşek koyacağım.


Arkadaşı cevap olarak:


-Tuhhaf!.. Dünyada bu kadar isim varken, eşek ismine ne lüzum var?


O zat da cevap vermiş:


-Evet lüzum var. Çünkü bu memlekette büyük adam olmak için eşek olmaktan başka çare yok.

“Eşek” dergisinde çıkan bir manzume aynen şöyle:

“Vay mübarek yine dörtnala şitadan geldi,

Gemi ağzında, param parça küheylan geldi,

Yık, dağıt, her ne dilersen onu yap hiç korkma,

Artık âlemde uğursuzlara meydan geldi!

Üç buçuk yılda dokuz ay seni ancak gördük.

Üst yanı eski devirden bile zindan geldi.

Kaynak: Ustura Dergisi (Günaydın) sayı: 19 sf: 14–1

Aşağıdaki, Baha Tevfik’in (1881–1916) çıkardığı “Eşek” dergisinin sayfalarında o zamanki dört sayfanın görünümünü sunuyoruz.(Üste de genç yaşta, 35 yaşında ölen Baha Tevfik görülüyor) Gerçekten, dergide bulunan resimler de, yazılar da, günümüzde bile zor bulunacak nitelikte çok ilginç. Demek ki, sansür belâsı olmasa insanımızın mizah ve yaratma gücü eşsiz.


Ne yazık ki, hoşgörüsüzlük ve sansür baskıları, edebiyat, mizah, resim, heykel gibi sanatlardaki yaratma gücünü azaltmış, engellemiştir.

Bu ilginç resimleri içeren Eşşek dergisi, günümüzdeki politikacıları taşlayarak yayınlansa idi, kim bilir kaç dava açılırdı.


Zaten günümüzdeki karikatüristler, yazarlar, çizerlerimiz hakkında peşkeşe davalar açılmıyor mu?


İşte bağnazca baskılar yüzünden, Osmanlıda ilk mizah dergisi Diyojen, 1870 yılında bir Osmanlı aydını olan Ermeni asıllı Teodor Kasap tarafından çıkarılmıştır.


Dede Korkut, Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Tuzsuz Deli Bekir; gibi nice mizah ve felsefe kültünün köklerinden gelmemize karşın, günümüz siyasetçileri, mizah ve karikatüre hoşgörüsüz davranıyorlar, bu tür karikatüristler, yazarlar hakkında yüklü miktarda tazminat davaları açıyorlar.


Bu durum da sanatçıların, yazarların yazma, çizme şevklerini kırmaktadır.


Mizahçılara karşı hoşgörülü olmalıyız ki, onların yaratma gücü artmış olsun.


Oysa bizde Özal ve Avrupa’daki siyasetçiler hakkında daha galiz karikatürler yayınlanmakta, onlar bu konuda çok daha hoşgörülülerdir.


Aşağıda eşşek dergisinden alınmış dört sayfada ilginç resimleri görülüyor:


(Bu eşek dergilerinin orijinalleri Millî Kütüphanede özel korumalı kitaplarla okunmakta, okuyucuya verilmemektedir).


Aşağıda “Eşsek” dergisinden alınmış dört sayfada ilginç resimleri görülüyor:

Yukarıda eşek gazetesinden alınmış sahifeler görülmekte. Günümüzde bile böyle bir mizah dergi veya gazetenin yayınlanması o kadar kolay değil. O devrin politikacıları her sayfada eşeğe benzetilmekte. Günümüzde ise, kediye benzetti diye karikatürcüler hakkında peş peşe davalar açılmıştır. Mizaha hicve ne kadar hoşgörülü olursak, mizahçılarımız, sanatçılarımız o denli daha fazla yaratıcı alacaklardır.




NEYZEN’DEN “EŞŞEK” GAZETESİNDE MÜLAKAT: “SÖVME HÜRRİYETİ” gibi garip iddialarda vardır.


9 Ağustos 1912 günlü “Eşsek” gazetesinde “sövmek” üzerine bir anket açılır.

Neyzen Tevfik(1879-1953) ankete şu cevabı verir: “Küfür lisanın tuzu biberidir. Sövmek müsekkin-i asaptır. Bazı kimseler, bilhassa matbuat sövmenin fena olduğundan bahsediyor. O büyük adamdır, sövülür mü? Diğeri küçük sövme cahildir. Sövme o ihtiyardır, sövme kadındır… O halde kime sövmeli? Sövme hürriyet olduğu gibi, sövme müsavatı da olmalı. Herkes bi kaderi imkân sövmelidir”.

Kaynak: Türk Edebiyat Tarihi Cilt:4 Sf:53









Share/Save/Bookmark

Merzifon ve Eşşek neden birlikte anılır? Tarihsel bir izah..(Eşşek dergisi, Merzifoni vs, Baha Tevfik) Viyana hezimeti vs Balkan Hezimeti

“EŞŞEK”   DERGİSİ


Meşrutiyetin ilânından sonra, oluşan hürriyet ortamı içinde Osmanlı toplumunda peş peşe gazete ve dergiler yayınlanmaya başlar.


Meşrutiyetten sonra Baha Tevfik (1881–1916)  tarafından yayınlanan mizah dergilerinden en ilginci de, 1910 yılında yayınlanmaya başlayan “Eş şek” ismindeki mizah dergisidir.


Eski yazıda, “Eşek” kelimesindeki (ş) harfinin tam manasıyla çifteli olarak “eşek” okunması için “şedde” denilen bir işaretin kullanılması gerekirdi. Onun için, 1910 da çıkan “Eşek”, şiddetli eşektir.


Eskiden bir insanın bilgisizliğini, ahmaklığını abartmak ya da tam olarak anlatabilmek için:


“-Şiddetli eşektir” derlerdi.


“Eşek” dergisinin ilk sayısı, 16 Teşrinisani (Kasım) 1326 da çıkmıştır.


Gazetenin başında imtiyaz sahibi, yani şimdiki “sorumlu yazı işleri müdürü dediğimiz kişiler şöyle belirtilmişti:


“Sahibi imtiyaz: Merzifonî


Müdiri mesul: Halil”


Merzifoni, bilindiği gibi, Merzifonlu demektir.


Merzifon da "marsıvan eşeği"  (İngilizcesiyle marsovan jack,  marsovan donkey) namlı cins eşekleriyle tanınmış bir yerdir.


Gazetenin idarehane adresi olarak da şu beyit yazılmıştır:


“Babıâli Caddesindedir ahır,

Numro dörttür, iş düşerse gel anır”.

Notaya muafık her türlü anırtı kabul edilir.

İnsanlara ders-i edep verir. Sahiplerinin eşekliği tutunca neşrolunur, muti, mütehammil ve beynelmilel hayvan gazetesidir”.

Sermuharriri (başyazarı) Kıbrısî Don Kişot.       (Kıbrısında Karpat eşekleri meşhurdur. Ondan Kıbrısi demektedir)

Müdir-i edebî: Çimenderzade Faik.

Heyet-i tahririye (yazı kadrosu): Topal eşek, tırnağı karıncalı eşek, kaba kulak.


“Eşek” adı altında 16 sayı çıkabildikten sonra, mizah dergilerinin hemen hemen hepsinin başına gelen akıbet “Eşek”in de başına gelmiş kapatılmıştır.


Esasen “Eşek” ismiyle bir gazete imtiyazı almak da o zaman kolay olmamıştır.


Gazete sahipleri de sansür heyetinin bu isimde gazete neşrine müsaade etmeyeceklerini bildiklerinden bir hileye başvurmuşlardır.


Eski yazıda, eşek ile "gözyaşı" anlamına gelen “Eşk” diye imtiyaz vermiş, sonra kelimenin üzerine bir şedde koyarak gazete, “Eşşek” adı ile çıkarılmıştır.


“Eşek” gazetesi 16 sayı sonra kapatılınca, gazetenin sahibi bu sefer (Malûm) adı ile yeni bir imtiyaz alıp “Eşek”i bu sefer (Malûm) adı ile yeni bir gazete başlamıştır.


“Malûm” un başlığında şöyle bir resim vardı: Bir masa, arkasında bir eşek… Masanın üstünden, eşeğin yalnız iki uzun kulağı görünüyor.


Şüphesiz, eşeği ne kadar gizlerse gizlesinler, “Malûm” da “Eşek”in akıbetine uğramış, birkaç sayı sonra kapatılmıştır.


Ne hazindir ki, sansürün, yasağın, baskının, hür düşüncenin olmadığı ülkelerde yaratıcılık da böylece köreltilmiş oluyor.


“Eşek” in ilk sayısında, başyazı yerine çıkan şu fıkra da ilginçtir:


“İLK ANIRTI: Gayet açık fikirli bir zat, bir gün bir arkadaşına demiş ki:


—Yahu, bir oğlum doğarsa, ismini eşek koyacağım.


Arkadaşı cevap olarak:


-Tuhhaf!.. Dünyada bu kadar isim varken, eşek ismine ne lüzum var?


O zat da cevap vermiş:


-Evet lüzum var. Çünkü bu memlekette büyük adam olmak için eşek olmaktan başka çare yok.

“Eşek” dergisinde çıkan bir manzume aynen şöyle:

“Vay mübarek yine dörtnala şitadan geldi,

Gemi ağzında, param parça küheylan geldi,

Yık, dağıt, her ne dilersen onu yap hiç korkma,

Artık âlemde uğursuzlara meydan geldi!

Üç buçuk yılda dokuz ay seni ancak gördük.

Üst yanı eski devirden bile zindan geldi.

 

Kaynak:  Ustura Dergisi (Günaydın) sayı: 19 sf: 14–1                       

 

Aşağıdaki, Baha Tevfik’in (1881–1916) çıkardığı “Eşek” dergisinin sayfalarında o zamanki dört sayfanın görünümünü sunuyoruz.(Üste de genç yaşta, 35 yaşında ölen Baha Tevfik görülüyor) Gerçekten, dergide bulunan resimler de, yazılar da, günümüzde bile zor bulunacak nitelikte çok ilginç. Demek ki, sansür belâsı olmasa insanımızın mizah ve yaratma gücü eşsiz.


Ne yazık ki, hoşgörüsüzlük ve sansür baskıları,  edebiyat, mizah, resim, heykel gibi sanatlardaki yaratma gücünü azaltmış, engellemiştir.

  

Bu ilginç resimleri içeren Eşşek dergisi, günümüzdeki politikacıları taşlayarak yayınlansa idi, kim bilir kaç dava açılırdı.


Zaten günümüzdeki karikatüristler, yazarlar, çizerlerimiz hakkında peşkeşe davalar açılmıyor mu?


İşte bağnazca dinsel kökenli baskılar yüzünden, Osmanlıda ilk mizah dergisi Diyojen, 1870 yılında bir Osmanlı aydını olan Ermeni asıllı Teodor Kasap tarafından çıkarılmıştır.


Dede Korkut, Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Tuzsuz Deli Bekir;  gibi nice mizah ve felsefe kültünün köklerinden gelmemize karşın, günümüz siyasetçileri, mizah ve karikatüre hoşgörüsüz davranıyorlar, bu tür karikatüristler, yazarlar hakkında yüklü miktarda tazminat davaları açıyorlar.


Bu durum da sanatçıların, yazarların yazma, çizme şevklerini kırmaktadır.


Mizahçılara karşı hoşgörülü olmalıyız ki, onların yaratma gücü artmış olsun. 


Oysa bizde Özal ve Avrupa’daki siyasetçiler hakkında daha galiz karikatürler yayınlanmakta, onlar bu konuda çok daha hoşgörülülerdir.


Aşağıda eşşek dergisinden alınmış dört sayfada ilginç resimleri görülüyor:


(Bu eşek dergilerinin orijinalleri Millî Kütüphanede özel korumalı kitaplarla okunmakta, okuyucuya verilmemektedir).


Aşağıda “Eşsek” dergisinden alınmış dört sayfada ilginç resimleri görülüyor:
 

 

 

Yukarıda eşek gazetesinden alınmış sahifeler görülmekte. Günümüzde bile böyle bir mizah dergi veya gazetenin yayınlanması o kadar kolay değil. O devrin politikacıları her sayfada eşeğe benzetilmekte. Günümüzde ise, kediye benzetti diye karikatürcüler hakkında peş peşe davalar açılmıştır. Mizaha hicve ne kadar hoşgörülü olursak, mizahçılarımız, sanatçılarımız o denli daha fazla yaratıcı alacaklardır.

  

 



NEYZEN’DEN “EŞŞEK” GAZETESİNDE MÜLAKAT: “SÖVME HÜRRİYETİ” gibi garip iddialarda vardır.


9 Ağustos 1912 günlü “Eşsek” gazetesinde “sövmek” üzerine bir anket açılır.

Neyzen Tevfik(1879-1953) ankete şu cevabı verir: “Küfür lisanın tuzu biberidir. Sövmek müsekkin-i asaptır. Bazı kimseler, bilhassa matbuat sövmenin fena olduğundan bahsediyor. O büyük adamdır, sövülür mü? Diğeri küçük sövme cahildir. Sövme o ihtiyardır,  sövme kadındır… O halde kime sövmeli? Sövme hürriyet olduğu gibi, sövme müsavatı da olmalı. Herkes bi kaderi imkân sövmelidir”.

Kaynak: Türk Edebiyat Tarihi Cilt:4 Sf:53







Siyasette eşekli muhabbet


Atatürk Devrimleri toplumda travma(vuruk-sarsıntı) yarattı” diyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, başta muhalefet partileri  tarafından yoğun tepki ve eleştiriler almıştı. Bu sözü ile Adeta toplumda bir sarsıntı yaratan Fırat, daha sonra, “beni eleştirenler Devrim Kanunlarını okudularsa eşek gibi anırırım” diyerek ayrı bir şaşkınlık  yaratmıştı.

 

Fırat’ın bu iddialı çıkışı üzerine, Mecliste bulunan birçok milletvekilleri harıl harıl devrim kanunlarını araştırmaya, karıştırmaya başlayınca, AKP li Fırat, “Meclis Kütüphanesi’nden Devrim Kanunlarının alınmaya başladığını” belirterek, “dolayısıyla birçok eşeği eşeklikten kurtardım, bilgi sahibi yaptım” dedi.

 

Meclisimizin bu en uzun isimli Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, bu garip benzetme ve çıkışları ile milletvekillerinin bazılarını eşekli imalı eleştirmiş oldu. Bu eşekli muhabbet Meclisimizde, siyasette travma (sarsıntı) yaratadursun, kendi kendime, -karikatüristlerimize eşekli meşekli iyi doküman verildi- diye düşündüğüm gün, Milliyet’te 28.6.2008 günü Ercan Akyol, eşekli travmalı güzel bir karikatür çizmiş. Bunu sizinle paylaşmak istedim. Bir vatandaş anıran eşeğine yuları takıp çekiyor. Çekerken de, hani “eşek inadı” derler ya, eşek direniyor sahibi de eşeği ipinden çekerken, “n’oluyon lan? Travma mı geçiriyon?” diyor.  Günümüzün siyasetinde eşekli, travmalı muhabbetine cuk oturduğu için, bu karikatürü okuyucu ile paylaşmak istedim.

 

Madem konumuz eşekli muhabbet, okuyucuya biraz tebessüm ettirmek, biraz da imalı düşündürmek için ilginç eşekli espri ve dizelerle konuya devam edelim.

 

“BİNDİĞİM EŞEK BENDEN AKILLI OLMASIN”


Köy Enstitülerinin kapatılma arifesinde, köy enstitülerinin aleyhinde konuşma ve propagandalar devam ederken, ve de köy enstitülerinin yoksul halk çocuklarının uyandırılması işlevini yapması nedeni ile halkın uyandırılmasını istemediği propogandasını ispat etmek için, Eskişehirli toprak ağası bir milletvekili, özel bir toplantıda şunları söylemiştir:

“-Benim bindiğim eşek benden akıllı olursa beni düşürür”, dediği genelde dillendirilir.


Sonra da halkın iradesinin tek tecelli yeri olan parlementoya şair eşrefin eşşek şiirlerinden esinlenerek propoganda amaçlı şöyle saldırılır:


Ne acıdır ki, yoksul halkın vergisinden, devletin bütçesinden maaş alan bir milletvekili, ekmeğini yediği halkını, kendisine oy verenleri “eşek” yerine koyuyor ve de halkın uyanmasını istemiyor. Nerede kaldı, halkın mutluluğu, halkın kalkınması için çalışacağına namusu üzerine yemin eden milletvekili...

 

(Kaynak: Atatürkçü Düşünce Derneğinin 3.3.2002 günü Türk Hukuk Kurumu Salonunda düzenlediği panelde bir konuşmacı).

 

Bu Eskişehir Milletvekilinden önce Şair Eşref, Milletvekillerini şöyle taşlıyor:


“Dört sene sonra görünmez oluruz mecliste,

O zaman kıymetimiz yükselir inşallah,

Memlekette oluruz müntehîb-i sanide,

Buraya bizden eşekler gelir inşallah

                                      *

“Sarık sanma bir ölmüş beyne tutmuş bir kefen sarmış”).

Siz bunu günümüze göre, tam uyduğu için turbanlı namazsızlar için şöyle değiştirseniz de olur:


“Türban sanma bir ölmüş beyne tutmuş bir kefen sarmış”.


Yürekli şairimiz Eşref, 1907 de Meclisi Mebusan ile eşekli olarak şöyle alay ediyor:

 

“Var lüzumu bize Meclis-i Mebusanın,            

İçinde dahil olanlar ne olursa olsun,

Doksan üç vakasını eylemesin de tanziüzde

doksan üçü isterse eşşekle dolsun”.  

                            ……..                           

 

Halk Aşığı Dertli (1727–1864) şu mısraları günümüzde de geçerli değil mi? Aşık bu mısraları günümüzün 200 yıl ötesinden riya ile namaz kılanlara şöyle seslenir:

“Merhamet cebinin dibidir delik

Var git riya torbasının dibin dik

Riya ile namaz kılma eşek

Şeriat tarikat ile süslenmez”.

                                     



23 Ağustos 2009 Pazar

Terzi, şarkı söyleyen merkep, bitmeyen büyüme ve ben arzuları ve dostları unutmak üzerine...



Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...
Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,
"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp,
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,
"Ben terziyim" yanıtını alınca
"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.

Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.

Ve başlamış anlatmaya:
"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.

Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona
"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.

Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...
Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......





Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,
Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla,
Saat tıkırtısıyla...
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,
Ama;
''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.


Yoksa zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?''
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...


CAN YÜCEL

Gözler arasındaki ilişkiyi biliyor musun? Onlar birlikte göz kırparlar, birlikte ağlarlar, her şeyi birlikte görürler ve birlikte uyurlar. Buna rağmen asla birbirlerini görmezler. Arkadaşlık bunun gibi olmalı. Arkadaşsız hayat cehennem gibidir.
Senin en iyi arkadaşın kim? Bunu bütün iyi arkadaşlarına gönder. Eğer ben onlardan biriysem bana da gönder. Eğer üçten fazla gelirse sen gerçekten sevilen birisin...

Sevgilerimle


 


--
Eyüp Sabri KARTAL
Yenişehir Kaymakamı -MERSİN
Tel: 324 326 80 11
FCT: 506 928 81 71
http://www.eyupsabrikartal.com
www.mersinyenisehir.gov.tr
www.mersin.gov.tr
www.tid.web.tr