1 Ağustos 2009 Cumartesi
DİVAN EDEBİYATININ KAYNAKLARI KUR’AN-I KERİM:
Kur’an-ı Kerim Divan sanatçılarının bolca istifade ettikleri kaynaklardandır. Divan sanatçıları bazen me’alen, bazen de aynen ayetleri şiirlerinde kullanmışlardır.
Hâk-i pâyin olduğum gördü, dedi kafir rakip
Taş ile bağrın dövüp yâ leyteni küntü türâb
Beyitte, Şeytan topraktan yaratılmış olan insanın büyük nimetlere nail olduğunu görerek âhrette, ah keşke ben de toprak olaydım, şeklinde açıklanabilecek ayet alınmış, buna telmih yapılarak kullanılmıştır.
Şair buna telmih yaparak , kafir rakip , benim , senin ayağının toprağı olduğumu görünce, kıskançlıktan taşla bağrını döverek , keşke ben de toprak olaydım, dedi , diyor.
A .S. Levend s.102
Bîbekâdır bu meclis ey ahbab
Feffeekullahe yâ uli’l-elbâb
Bu meclis kalıcı değildir -baki değildir- ey ahbap. Ey akıl sahipleri Allah’tan korkun.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi şair, şiirinde Kuran-ı Kerim’den alıntılar yapmıştır. Yapılan telmih sanatıyla ifade güçlendirilmiştir. Yine aşağıdaki örnekte Fuzuli Kuran-ı Kerim’e anlam bakımından bir telmihte bulunmuştur.
Bu gamlar kim benim vardır bairin başına koysan
Çıkar kâfir cehennemden güler ehl-i azab oynar
Benim o kadar gamım var ki, bunları devenin başına koysan, kafir cehennemden çıkar, azap ehli oynar. (Burada , o kafirler ki deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar cehennemden çıkamayacaklardır, şeklinde açıklanabilecek ayete telmih vardır. A’raf , 40 )
Şair o kadar gamlıymış ki , bu gamları devenin başına koysanız , deve iğnenin deliğinden geçecek kadar zayıflarmış. Böylece kafirler de cehennemden çıkarmış. Telmih sanatının yanında çok güzel bir mübalağa yapılmıştır.
İskender Pala, Gözgü, 40
DİVAN SANATÇILARI
13. YÜZYIL
HOCA DEHHANİ
*Anadolu’da din dışı Divan şiirinin kurucusu sayılır.
*Tasavvufa hiç yer vermeyen sanatçı , şiirlerini temiz bir Türkçe ile ve sanatlı bir üslupla yazmıştır.
ŞAHNAME ( Kaynakların bildirdiği eser ele geçmemiş.)
MEVLÂNÂ
*Tasavvuf edebiyatının önemli bir sanatçısıdır. Eserlerinin çoğunu Farsça yazmıştır.
MESNEVİ
DİVAN-I KEBİR
FİHİ MA FİH
MEKTUPLAR
RUBAİLER
MECALİS-İ SEB’A
SULTAN VELED
*Mevlana’nın oğludur. Farsça ve Türkçe şiirler yazmıştır.
DİVAN
İBTİDA-NAME
İNTİHA-NAME
RÜBAB-NAME
NESİMİ
Bağdat doğumludur.Hurufilik tarikatına mensuptur. Şiirleri dine aykırı görüldüğünden Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüştür.
*Şiirlerini Azeri Türkçe’siyle yazar. Tuyuğlarıyla tanınır.
TÜRKÇE DİVAN
FARSÇA DİVAN
AHMET FAKİH
*Tasavvuf akımından etkilenmiştir.
KİTAB-I EVSAF-I MESACİD-İ ŞERİFE (Gezdiği kutsal yerleri anlattığı , mesnevi tarzındaki bu eser , Anadolu’da seyahat edebiyatının ilk örneği sayılır.)
ÇARH-NAME
ŞEYYAD HAMZA
*Hece ve aruz vezniyle gazel, kaside, mesnevi nazım şekillerini kullanmış, temiz bir Türkçe ile tasavvufi şiirler yazmıştır.
YUSUF U ZÜLEYHA
DASTAN-I SULTAN MAHMUT
YUNUS EMRE
DİVAN
RİSALETÜ’N-NUSHİYE
14. YÜZYIL
GÜLŞEHRİ
*Türkçe’yi bir sanat dili haline getirmeye çalışır.
*Tasavvuftan etkilenmiştir.
MANTIKU’T-TAYR (Türkçe’ye bir kuş dili inceliği kazandıracağını belirtir.)
FELEK-NAME
ARUZ RİSALESİ
KERAMAT-I AHİ EVRAN
KUDURİ TERCÜMESİ
AŞIK PAŞA
*Kırşehirlidir. Hem hece hem aruzla şiirler yazmıştır.
*Türk dili konusunda duyarlıdır.
GARİP-NAME (Tasavvufi, didaktik bir eserdir.
FAKR-NAME
VASF-I HAL
KİMYA RİSALESİ
KADI BURHANEDDİN
Sivas’ta sultanlık kurmuş. Şiirlerinin çoğunu aruzla yazmış, heceyle yazdığı şiirleri de var. Türkçe şiirlerinde Azeri şivesini kullanır.
*Gazel ve TUYUĞ’larıyla tanınır.
DİVAN
İKSİRÜ’S-SAADAT Fİ ESRARİ’L-İBADAT
TERCİHÜ’T-TAVZİH
AHMEDİ
*Ömrünün çoğunu Bursa’da geçirmiş, din dışı konuları işlemiştir.
DİVAN
İSKENDER-NAME
CEMŞİD Ü HURŞİD
YUSUF U ZÜLEYHA
MİRKATÜ’L-EDEB
14. YÜZYILDA NESİR
KUL MESUT
KELİLE VE DİMNE
HAMZAVİ
HAMZA-NAME
15. YÜZYIL
ŞEYHİ
*Kütahyalı olup asıl adı Yusuf Sinan’dır. İran’da tasavvuf ve tıp öğrenmiştir. Çelebi Mehmet’in gözünü tedavi etmiş, kendisine Tokuzlu köyü tımar olarak verilmiştir. Köye giderken köyün eski sahipleri tarafından dövülmüş, bunun üzerine Har-name’yi yazmıştır. Bu eser hiciv türündedir.
DİVAN
HÜSREV Ü ŞİRİN
HAR-NAME
SÜLEYMAN ÇELEBİ
*Yıldırım Bayezid devrinde Bursa’da yaşamış. Türk edebiyatında mevlit yazma geleneğini o başlatmış, en güzel mevlidi o yazmıştır.
VESİLETÜ’N-NECAT ( MEVLİD)
ALİ ŞİR NEVAİ
*Çağatay sahasının en büyük sanatçısıdır. Dil bilinci çok gelişmiştir.
TÜRKÇE DİVAN
FARSÇA DİVAN
HAMSE ( Hayretü’l- Ebrar , Ferhad ü Şirin , Leyla vü Mecnun, Seba-i Seyyare, Sedd-i İskenderi, Lisanü’t-Tayr)
MIHAKEMETÜ’L-LÜGATEYN
MECALİSÜ’N-NEFÂİS ( İlk tezkire örneği)
MİZANÜ’L-EVZAN ( Aruz ile ilgili bir eser)
AHMET PAŞA
*Fatih’in veziri ve sohbet arkadaşıdır. Bir ara hapse atılmış, “Kerem” redifli kasidesiyle kurtulmuştur.
*Gazel, kaside ve murabbalarıyla ünlüdür. Tasavvufla ilgilenmemiştir.
DİVAN
NECATİ
*Ahmet Paşa’dan sonra 15. yüzyılın en ünlü şairi sayılır.
*Şiirlerine yerli motifler katmış, atasözleri ve deyimlerle şiirlerini süslemiş, içten ve duygulu gazelleriyle ün yapmıştır.
DİVAN
LEYLA VÜ MECNUN ( Keşfü’z-Zünun’da kayıtlı olan eser ele geçmemiştir.)
AHMED DAİ
*Çok sayıda tercüme eseri vardır.
DİVAN , CAMASB-NAME , TERESSÜL
MİFTAHÜ’L-CENNE , MUTAYEBAT
AKŞEMSETTİNZADE HAMDULLAH HAMDİ
DİVAN
HAMSE ( 1-Yusuf u Züleyha 2-Leyla ve Mecnun
3-Tuhfetü’l-Uşşak 4-Kıyafet-name 5-Mevlid)
MİHRİ HATUN
*Amasyalıdır.
DİVAN
MESİHİ
1-DİVAN 2-ŞEHRENGİZ 3-GÜL-İ SAD-BERG
15. YÜZYILDA NESİR
SİNAN PAŞA
TAZARRU-NAME
HALİLOĞLU YAHAY
FÜTÜVVET-NAME
EBU’L-HAYR RUMİ
SALTUK-NAME
ARİF ALİ
DANİŞMENT-NAME
MERCÜMEK AHMET
KABUS-NAME
16. YÜZYIL
FUZULİ
*Asıl adı Mehmet’tir. Divan şiirinin en lirik şairidir. Türkçe şiirlerini Azeri şivesiyle yazmıştır.
DİVAN
BENG Ü BADE
ŞİKAYET-NAME
HADİKATÜ’S-SÜEDA
LEYLA İLE MECNUN
SU KASİDESİ
ENİSÜ’L-KALP
HEFT-CÂM (SAKİ-NAME)
RİND Ü ZAHİD
MATLAU’L-İTİKAD
SOHBETÜ’L-ESMAR
BAKİ
*İstanbul’da doğmuş, Edirne, Mekke, Medine ve İstanbul’da kadılık yapmıştır.
*Dini ve tarihi konularda çeviri eserleri vardır.
*Tasavvuftan etkilenmemiş, din dışı şiirler yazmıştır.
*Şiirlerinde aşk, eğlence ve tabiatı işler. Yaşadığı dönemde Şairler Sultanı olarak anılmıştır.
DİVAN
KANUNİ MERSİYESİ
FEZAİL-İ MEKKE
FEZAİL-İ CİHAT
MEALİMÜ’L-YAKİN Fİ SİRET-İ SEYYİDİ’L- MÜRSELİN
TERCÜME-İ HADİS-İ ERBAİN
BAĞDATLI RUHİ
*Asıl adı Osman’dır. Bağdat’ta doğmuş , derviş gibi yaşamıştır. Terkib-i Bent’inde dönemindeki kötü insanları eleştirmiş, toplumun bozukluğunu dile getirmiştir.
*Dili sadedir, sanat ön planda değildir. Gazellerinde tasavvuf izleri görülür.
DİVAN TERKİB-İ BENT
ZATİ
DİVAN
ŞEM Ü PERVANE
MECMUATÜ’L-LETAİF
AŞIK ÇELEBİ
MEŞAİRÜ’Ş-Ş’UARA (Şairler tezkiresi)
TAŞLICALI YAHYA BEY
DİVAN
HAMSE ( 1-Şah u Geda 2-Gencine-i Raz 3-Yusuf u Züleyha 4-Kitab-ı Usul 5-Gülşen-i Envar)
HAKANİ
HİLYE ( Peygamberimizin (S.A.V.) özelliklerinden bahseder.
16. YÜZYILDA NESİR
SEHİ BEY
HEŞT BEHİŞT (Anadolu sahasının ilk tezkiresi)
LATİFİ
TEZKİRETÜ’Ş-ŞUARA (İkinci tezkire)
AHDİ
GÜLŞEN-İ ŞUARA (Tezkire)
K. HASAN ÇELEBİ
KINALIZADE TEZKİRESİ
MUHYİ (Fethullah oğlu Muhammed)
BALEYBELEN/ BALİBİLEN (Esperanto’dan çok önce Müslümanlar arasında dil birliğini sağlamak için icat edilmiş beynelmilel dil ile ilgili eser.)
17. YÜZYIL
NEF’î
*Asıl adı Ömer olup, Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğmuştur.
*Divan edebiyatının en büyük övgü ve yergi şairidir.
*Kaside türünde çok başarılıdır. En çok IV.Murat’a kaside yazmıştır.
*Devrindeki şair ve devlet adamlarını eleştirmiş, Bayram Paşa’yı hicvettiği için öldürülmüştür.
TÜRKÇE DİVAN
FARSÇA DİVAN
TUHFETÜ’L- UŞŞAK
SİHAM-I KAZA
NABİ
*Urfalı olan Yusuf Nabi divan edebiyatının “didaktik” (öğretici) şiirinin en büyük ustasıdır. Onun şiirinde duygu ve hayalden çok düşünce vardır.
*Şiirlerinde atasözlerini kullanan sanatçının açık ve akıcı bir dili vardır.
DİVAN
HAYRİYYE (Oğluna öğütler verir)
HAYRABAD
TUHFETÜ’L-HARAMEYN
SÛR-NÂME
MÜNŞEAT
TUHFETÜ’L-HARAMEYN
ŞEYHÜLİSLAM YAHYA
DİVAN
SAKİ-NAME
FERAİZ TERCÜMESİ
NİGARİSTAN TERCÜMESİ
ŞEYHÜLİSLAM BAHAYİ
DİVAN
17. YÜZYILDA NESİR
KÂTİP ÇELEBİ
*İstanbul doğumludur. Döneminin önemli bir bilginidir, Fransızca ve Latince bilir.
*Tarih, coğrafya, bibliyografya, toplumbilim alanlarında yazılmış güçlü eserleri vardır.
CİHANNÜMA ( Coğrafya kitabı)
FEZLEKE ( Tarihi içerikli)
TUHFETÜ’L- KİBAR Fİ ESFARİ’L- BİHAR (Denizcilikle ilgili)
KEŞFÜ’Z-ZÜNUN ( Bibliyografya sözlüğü)
MİZANÜ’L-HAK Fİ İHTİYARİ’L-AHAKK ( Münazara içerikli)
EVLİYA ÇELEBİ
SEYAHATNAME
NERGİSİ
MENSUR HAMSE
MÜNŞEAT
HOROS-NAME ( HOROZ-NAME)
KOÇİ BEY
KOÇİ BEY RİSALESİ ( Osmanlı’nın gerileme ve zayıflama sebeplerini yazmış. Eser IV. Murat üzerinde etkili olmuş, IV. Murat ıslahatlara başlamış.
PEÇEVİ ( İBRAHİM)
PEÇEVİ TARİHİ
18. YÜZYIL
NEDİM
*İstanbulludur. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın himayesini görmüştür.
*Lale Devri’nin eğlencelerini şarkı ve gazellerinde dile getirmiştir. Şiirlerinde din dışı konuları ele almıştır.
*Soyut bir dünyası olan Divan şiirine somut hayatı sokmuş, Şiirlerinde İstanbul Türkçe’sini başarıyla kullanmıştır. *Mahallileşme akımının önemli bir temsilcisidir.
*Hece ölçüsüyle bir koşma yazmıştır.
DİVAN
SAHAİFÜ’L-AHBAR (Camiü’d-Düvel çevirisi)
IKUDU’C-CUMAN Fİ TİRİH-İ EHLİ’Z-ZAMAN (Bu Arapça eserin çevirisi için kurulan komisyonda yer almıştır.)
ŞEYH GALİP
*İstanbul doğumlu olup Mevlevi tarikatı üyesidir.
*Divan edebiyatının son büyük şairi olarak tanınır.
*Sembolizm akımını andıran “Sebk-i Hindi” akımının etkileri Şeyh Galip’te görülür.
*Heceyle yazılmış bir türküsü vardır.
DİVAN
HÜSN Ü AŞK
ŞERH-İ CEZİRE-İ MESNEVİ (Yusuf Sineçak’ın eserinin şerhi)
ER-RİSALETÜ’L-BEHİYYE Fİ TARİKATİ’L-MEVLEVİYYE
KOCA RAGIP PAŞA
DİVAN
MÜNŞEAT
SEFİNETÜ’R-RAGIP VB…
HAŞMET
DİVAN
SUR-NAME
SENEDÜ’Ş-ŞU’ARA (Şairleri değerlendirdiği mensur bir eserdir.)
KASİDE-İ BÜRDE ŞERHİ
FITNAT HANIM (ZÜBEYDE)
DİVAN
ENDERUNLU FAZIL
DİVAN, DEFTER-İ AŞK, HUBAN-NAME, ZENAN-NAME ÇENGİ-NAME (Mahalli olayım derken basitliğe düşmüş.)
18. YÜZYILDA NESİR
NAİMA
NAİMA TARİHİ
YİRMİSEKİZ ÇELEBİ MEHMET
PARİS SEFARETNAMESİ ( SEFARET-NAMEİ-FRANSA)
İBRAHİM HAKKI
DİVAN
MARİFET-NAME
AZİZ ALİ EFENDİ
MUHAYYELAT (Masalımsı hikayeler içerir.)
BURSALİ İSMAİL HAKKI
DİVAN, RUHÜ’L-MESNEVİ, ŞERH-İ PEND-İ ATTAR...
19. YÜZYIL
ENDERUNLU VASIF
DİVAN
KEÇECİZADE İZZET MOLLA
DİVAN
MİHNET-KEŞAN
LESKOFÇALI GALİP
DİVAN
YENİŞEHİRLİ AVNİ
DİVAN
AB-NAME
NİHAN-I KAZA
ATEŞ-GEDE
MİR’AT-CÜNUN
HERSEKLİ ARİF HİKMET
DİVAN
19. YÜZYILDA NESİR
MÜTERCİM ASIM
TARİH
AHMET CEVDET PAŞA
TARİH
TAYYARZADE ATA BEY
DİVAN
ENDERUN TARİHİ
FTİN DAVUT
DİVAN
HATİMETÜ’L-EŞ’AR ( Tezkire)
BAZI SANATÇILARDAN ÖRNEKLER
NESİMİ: Tasavvuftan etkilenmiştir.
Yarın cefası cümle vefadır cefa değil
Yarı “cefa kılar” diyen ehl-i vefa değil
Bende sığar iki cihan ben bu cihana sığmazam
Gevher-i la-mekan benem kevn ü mekana sığmazam
KADI BURHANEDDİN: Özellikle tuyuğlarıyla tanınır.
Hakk’a şükür koçların devranıdır
Cümle alem bu demin hayranıdır
Gün batardan gün doğan tere değin
Aşk erinin bir nefes seyranıdır
ŞEYHİ : Har-name’si meşhurdur.
Bir eşek var idi zaif ü nizar
Yük elinden katı şikeste vü zar
Gâh odunda vü gah suda idi
Dün ü gün kahr ile kısuda idi
Kargalar derneği kulağında
Sineğin seyri gözü yağında
Arkasından alınsa palanı
Sanki it artığıydı kalanı
Gördü otlakta yürür öküzler
Odlu gözleri gerlü göğüzler
FUZÛL İ: Lirik bir şairimizdir. Aşk acısından mutluluk duyar
İlm kesbiyle paye-i rif’at
Arzû-yı muhal imiş ancak
Aşk imiş her ne var alemde
İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip
Kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır
BAKİ : Eğlence şairidir. Kanuni Mersiyesi meşhurdur.
Baki yine mey içmeye and içti demişler
Divane midir bade dururken içe andı
NEF’İ : Övgü ve yergi şairidir. Siham-ı Kaza’sı meşhur. Eleştirileri yüzünden öldürülmüş
Kafir demiş bize müftü efendi
Tut ki ben de diyem ana müselman
Varıldıkta yarın ruz-ı cezaya
İkimiz de çıkarız anda yalan
Bize kelp demiş Tahir efendi
İltifatı bu sözde zahirdir
Malikidir mezhebim benim zira
İtikadımca kelp Tarir’dir
Gökten nazire indi Siham-ı Kaza’sına
Nef’i diliyle uğradı Hakk’ın belasına
NABİ : Öğretici şiirleriyle tanınır.
Suhan-ı bi-hudeden hoş gelir avaz-ı horoz
Bari manasını bilmezse de hengâmı bilir.
NEDİM: Zevk, eğlence şairidir. Mahallileşme akımı temsilcisidir. Şarkıları meşhurdur. Şiirlerinde yerli unsurları ve somut dünyayı ele almıştır.
Münasiptir sana ey tıfl-ı nazım hüccetin al gel
Beşiktaş’a yakın bir hane-i viranımız vardır.
ŞEYH GALİP : Tasavvuftan çok etkilenmiştir. Galata Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır. Hüsn ü Aşk mesnevisi çok önemlidir. Mevlana’nın etkisindedir.
Esrarımı Mesnevi’den aldım
Çaldımsa da mîrî malı çaldım
DİVAN EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ
A)BEYİTLERLE KURULANLAR
Gazel
Müstezat
Kaside
Mesnevi
Kıta
B)BENTLERLE KURULANLAR
(MUSAMMATLAR)
4’lüler
Rübai (Tek dörtlükten oluşur, musammat değildir)
Tuyuğ (Tek dörtlükten oluşur, musammat değildir)
Murabba
Şarkı
Terbi
Diğerleri
*5’liler
Muhammes
Tahmis
Tardiye
Taştir
*6’lılar
Müseddes
Tesdis
*7’liler
Müsebba
*8’liler
Müsemmen
*9’lular
Mütessa
*10’lular
Muaşşer
Terkib-i Bent
Terci-i Bent
DİVAN EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
TEVHİT
MÜNACAAT
NAAT
MERSİYE
METHİYE
HİCVİYE
FAHRİYE
NAZİRE
TEHZİL
Allah’ın varlığını ve birliğini ele alan şiir türüdür.
Allah’a yapılan yalvarış ve yakarışları anlatır.(Genellikle kaside biçiminde yazılır.)
Hz. Muhammet( S.A.V.)’i övmek için yazılır. (Genellikle kaside biçiminde yazılır.)
Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan üzüntüyü dile getiren şiirlerdir. (Terkib-i bend veya Terci-i bent )
Bir din büyüğünü veya devlet adamını övmek için yazılır. ( Genellikle kaside tarzında yazılır)
Bir kimseyi eleştirmek amacıyla yazılan şiir türüdür. ( Nef’i’nin “Siham-ı Kaza” adlı eseri bu türdedir.)
Şairin kendini övdüğü şiir türüdür.
Bir şairin şiirinin başka bir şair tarafından aynı ölçü, uyak ve redifte yazılan benzerine denir.
Ünlü bir şiire aynı ölçü ve uyakta yazılmış şaka ve alay yollu naziredir. Buna “Hezl” de denir.
GAZEL
*Arap edebiyatında ortaya çıkmış. Edebiyatımıza İran edebiyatından geçmiştir.
*Genellikle 4-5 ile 15 beyit arasında değişir.
*Aşk, şarap, kadın güzelliği konularını işler.
*Tasavvufi, felsefi, öğretici konularda yazılmış gazeller de vardır.
*Kafiye düzeni: a a , b a , c a , d a , ..... şeklindedir.
*Gazelin ilk beytine “matla” denir.
*İkinci beyte “hüsn-i matla” denir.
*Son beytine “makta” denir. Bu beyitte şairin mahlası ( takma adı) geçer.
*Sondan bir önceki beyte ise “hüsn-i makta” denir.
*Şair mahlasını ya maktada ya da hüsn-i maktada kullanır. Mahlasın bulunduğu beyte mahlas beyti ya da mahlas-hane de denir. Şair iki ayrı beyitte de mahlas kullanabilir.
*En güzel beytine beytü’l- gazel veya şah beyt denir.
*Gazelde bir tek konu işleniyorsa “yekahenk” gazel denir. (Beyitler arasında anlam birliği bulunan gazellerdir.)
*Bütün beyitleri aynı güzellikte ve aynı değerde ise “yek-avaz” gazel denir.
Biçim bakımından iki çeşit gazel vardır:
1)DÜZ GAZEL Dizelerinin ortasında kafiye bulunmayan gazellerdir.
2)MUSAMMAT GAZEL: Dizelerin ortasında da kafiye bulunan gazellerdir.
( İlk beyitte iç kafiye bulunmaz.)
NOTLAR:
1-Gazelin ilk beyti kendi arasında uyaklıdır. Buna “musarra” denir. Gazelde birden fazla musarra beyit varsa bu gazele “zatü’l-metali” veya “zü’l-metali” denir.
2-Her dizesi kendi arsında uyaklı olan gazellere “musarra” veya “müselsel” adı verilir.
3-Matladaki birinci veya ikinci mısra maktada tekrarlanırsa buna redd-i matla denir.
4-Matla haricinde bir mısra maktada tekrarlanırsa buna redd-i mısra denir.
5-Mahlas kullanılmamış gazeller de vardır. Kadı Burhaneddin gazellerinde mahlas kullanmamıştır. Nedim de bir gazelinde;
Malumdur benim sühanım mahlas istemez
Fark eyler anı şehrimizin nüktedanları
Diyerek üslubunun özelliğini vurgulamış, mahlas kullanmamıştır.
6-Bazen şair mahlasını tevriyeli olarak kullanır. Buna “hüsn-i tahallus” denir.
Minnet Hüda’ya devlet-i dünya fena bulur
Baki kalır sahife-i alemde adımız
7-Mahlas beytinden sonra padişah, devlet veya din büyükleri övülürse bu tür gazele “gazel-i müzeyyel” denir.
…………….
Oldu Nef’î fikr-i la’l-i yar ile mest-i müdam
Bade de nuş etse olmaz sôfi-i na-dan mest
Hak Taala Padişah’ın ömrün efzun eylesin
Etmez oldu devletinde yok yere efgan mest
8-Aşk, ıstırap vb. içli duyguları ele alan gazellere “aşıkane gazel” denir. ( Fuzuli)
9-İçki, içki ile ilgili düşünceleri, hayata karşı kayıtsızlığı, yaşamaktan zevk almayı konu edinen gazellere “rindane gazel” denir. (Baki )
10-Kadını ve aşkı ele alan, zarif ve çapkın bir anlatımla söylenmiş gazellere “şuhane gazel” denir. Bunlara “Nedimane tarz da denir.” (Nedim)
11-Ahlaki nitelikli, öğüt verici , özdeyiş niteliğindeki sözlerin ağır bastığı gazellere ise “hikemi gazel” denir. ( Nabi , Koca Ragıp Paşa)
12- Sade bir Türkçeyle yazılan gazellere “Türki-i basit gazel” denir. ( Aydınlı Visali, Tatavlalı Mahremi, Edirneli Nazmi ) ( Şeyh Galip de denemiş)
Musammat gazelden örnek beyit:
Kamu bîmârına cânan deva-yı dert eder ihsan
Niçin kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı
GAZEL
Müje haylin dizer ol gamze-i fettan saf saf
Gûyyâ cenge girer nîze-güzeran saf saf
Seni seyr etmek için reh-güzer-i gülşende
İki canibde durur serv-i hıraman saf saf
Leşker-i eşk-i firavan ile ceng etmek için
Gönderir mevclerin lücce-i umman saf saf
Gökte efgan ederek sanma geçer hayl-i küleng
Çekilir kuyine murgan-ı dil ü can saf saf
Cami içre göre ta kimlere hem-zânûsun
Şekl-i sakkâda gezer dide-i giryan saf saf
Vasf-ı kaddinle hırâm etse alem gibi kalem
Leşker-i satrı çeker defter ü divan saf saf
Kûyin etrafına uşşak dizilmiş gûyâ
Harem-i Kâbe’de her cânibe erkân saf saf
Kadrini seng-i musallada bilip ey Bâkî
Durup el bağlayalar karşına yâran saf saf BÂKî
MÜSTEZAT
*Kelime olarak “ziyadeleşmiş, artmış, çoğalmış” anlamına gelir. Gazelin özel bir biçimidir. Uzun dizelere kısa dizeler ekleyerek yazılır. Eklenen kısa dizeye “ziyade” denir.
*Uzun dizelerin ölçüsü “Mef’ûlü , mefâ’îlü , mefâ’îlü , fa’ûlün” kısa dizenin ölçüsü de “mef’ûlü, fa’ûlün” dür.
Bülbül yetişir bağrımı hun etti figanın
Zabt eyle dehanın
Hançer gibi deldi ciğerim tîğ-i zebânın
Te’sir-i lisânın
Âh etse nola bülbül-i dil meşhedim üzre
Tâ mahşer olunca
Çok geçti gam-ı hârını gül-zâr-ı cihânın
Bu bâğ-ı fenânın
İzzet ne şeker çiğnedi tûtî gibi bilmem
Açmış yeni bir söz
Reşk ile sulandı yine ağzı şu’arânın
Sınf-ı husemanın (İzzet Molla)
NOTLAR:
1-Kısa dizeler iki tane olursa buna iki ziyadeli müstezat denir.
Ey mutrıb-i dil-keş ele al çeng ü rebabı
Çak eyle hicabı
Ref’ eyle nikâbı
2-Uzun dizeleri 4 ( Mefâîlün) kısa dizeleri 2 ( Mefâîlün) vezniyle yazılan müstezatlara müstezad-ı südasiye denir.
KASİDE
*Arapça “kastetmek, yönelmek” anlamlarına gelen “kasada” sözcüğünden türemiştir.
*Gazelden sonra en çok kullanılan nazım birimidir.
*Bir kişiyi ya da yeri öven şiirlerdir.
*Beyit sayısı 33 ile 99 arasında değişir.
*Uyak düzeni a a , b a , c a , d a ..... şeklindedir.
*İlk beytine “matla” denir.
*Son beytine “makta” denir.
*Şairin mahlasının geçtiği beyte ise “taç beyit” denir. Taç beyit en son beyit olabilir de olmayabilir de.
*En güzel beytine “beytü’l- kasid” ya da “beyt-i kasid” denir.
*Şair kasidede matla’ı yenileyebilir. Buna “tecdid-i matla” denir. Böyle kasidelere “zatü’l-metali” veya “zü’l-metali” denir.
*Gazelde olduğu gibi iç uyağı bulunan kasidelere de “musammat kaside” denir. (yandaki örnek musammat tarzındadır.)
Konularına Göre Kasidelerin İsimlendirilmesi:
-Tevhid: Allah’ın birliğini anlatan kasidelerdir.
-Münacaat: Allah’a yalvarmak, yakarmak için yazılır.
-Na’at: Peygamber’i övmek için yazılır.
-Methiye: Devlet büyüklerini övmek için yazılır.
Kasideler Bazen de Nesip Bölümünde Söz Edilen Konuya Göre Adlandırılır:
Bahardan bahsedilmişse (bahariyye), kıştan bahsedilmişse (şitaiyye), kar ( berfiye), temmuziyye, düğün(suriyye),
bayram ( ıydiyye), ramazaniyye, nevruziye, rahşiyye ( atlardan bahseder), hammamiye, dâriye ( köşklerden bahseder), culusiye (padişahın tahta çıkması) , kudumiye/ istikbaliye ( bir yerden dönüş), Fethiye ( bir yerin fethi), barış ( sulhiye)…
Bazı Kasideler de Redifine Göre Adlandırılır:
Su Kasidesi, Gül Kasidesi (Verdiye) , Güneş Kasidesi (Şemsiye), Sümbül Kasidesi (Sümbüliye) , Sühan Kasidesi ( Kelamiye), Kalem Kasidesi ( Kalemiye)...
Lale, benefşe , su (âb), tîğ ( kılıç), kalem …
Şehirleri anlatan kasideler de vardır : İstanbul Kasidesi vb.
Kasidenin Bölümleri:
1-Teşbip veya Nesib: Girişte doğa güzelliklerinden bahsederse teşbip ; aşktan bahsederse nesip diye adlandırılır.
2-Girizgah: Asıl konuya geçişi sağlamak için yazılan beyit veya beyitlerdir.
3-Methiye:Şairin asıl anlatmak istediği bölümdür. Burada Allah, Peygamber, ya da dönemin büyükleri övülür.
4-Tegazzül: Genelde methiyeden sonra aynı ölçüde ve vezinde bir gazelin söylendiği bölümdür. Yeri değişebilir. Bazı kasideler tegazzülle başlayabilir.
5-Fahriye: Şairin kendisini övdüğü bölümdür.
6-Dua: Şiirde konu edilen kişi için dua yapılır ve şiir bitirilir.
KASİDE
(TEŞBİP)
Esti nesim-i nev-bahar açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz sâkî meded sun cam-ı Cem
Gül devri ayş eyyamıdır zevk u sefa hengâmıdır
Aşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhunde-dem
(GİRİZGAH)
Bir câm sun Allah için bir kâse de ol mâh için
Tâ medh-i şâhenşâh için alam ele levh ü kalem
(MEDHİYE)
Sultan Murat-ı kâmrân efser-dîh ü kişver-sitan
Hem pâdişah hem kahraman sâhib-kırân-ı Cem-haşem
Sen bir şeh-i zî-şansın şâhenşeh-i devrânsın
Yâni ki sen hâkansın devrinde ben Hâkâni’yem
(FAHRİYE)
Sözde nazîr olmaz bana ger olsa alem bir yana
Pür-tumturak u hoş-edâ ne Hafız’ım ne Muhteşem
Nef’î yeter da’vayı ko dünya ile gavgâyı ko
Eflâke istiğnayı ko hâke yüzün sür lâcerem
(DUA)
Kaldır elin eyle dua buldu kasiden intihâ
Şimdi dua etmek sana hem müstehabdır hem ehem Nef’î
MESNEVİ
*Sözcük anlamı “ikili, ikişer ikişer” demektir.
*Edebiyatımıza İran edebiyatından geçmiştir.
*Genellikle uzun yazılması gereken öyküler bu türle anlatılır.
*Beyitler kendi içinde anlam bütünlüğüne sahiptir.
*Mesnevilerde monotonluğu gidermek için arada gazellere veya tardiye nazım biçimlerine de yer verilir.
*Kafiye düzeni : a a , b b , c c , d d , e e , f f , g g , ğ ğ , h h , ı ı : Her beyit kendi arasında kafiyeli olduğu için çok uzun yazılabilir. Binlerce beyitlik mesneviler vardır.
*Mesneviler genellikle önsöz( sunuş), eserin sunulduğu kişiye övgü, eserin yazılış nedeni, asıl konunun anlatıldığı bölüm, ve son söz bölümlerinden oluşur.
*Mevlana’nın “Mesnevi” adıyla bilinen eseri, Fuzuli’nin “Leyla vü Mecnun” adlı mesnevisi ve Şeyh Galip’in “Hüsn ü Aşk” adlı eserleri çok meşhurdur.
*Beş mesnevinin birleşmesiyle oluşan eserlere “hamse” denir.
*Hamse sahibi şairlerimiz Ali Şir Nevai, Hamdullah Hamdi, Taşlıcalı Yahya Bey, Nergisi, Nevizade Atai vb.
MESNEVİ
Dinle neyden kim hikâyet etmede
Ayrılıklardan şikayet etmede
Der kamışlıktan kopardılar beni
Nâlişim zâr eyledi merd ü zeni
Şerha şerha eylesin sînem firâk
Eyleyem ta şerh-i derd-i iştiyâk
Her kim aslından ola dûr u cüdâ
Rüzgâr-ı valsı eyler mukteda
MEVLÂNÂ
KIT’A
*İki beyitten oluşan nazım şeklidir.
*Matla ve mahlas beyti bulunmaz. Hiciv övgü, tasavvufi ve dini konularda yazılır
Kalem olsun eli ol katib-i bed-tahririn
Ki fesâd-ı rakamı surumuzu şur eyler
Gâh bir harf sukûtiyle eder nadiri nâr
Gâh bir nokta kusûriyle gözü kûr eyler Fuzûlî
Dest-i kûtahımızı etmemiş Allah resâ
Menba-ı lutfunu yoksa elimizle kaparız
Bize versin mi Hüdâ âb-ı hayat-ı tevfîk
Hızr’ı bulsak reh-i zulmette külahın kaparız İzzet molla
Dost bağından belalı bülbüle bir gül yeter
Gözlerim kan ağlasın tek yüzüme bir gül yeter
Gerçi söz bağında çok nev-rûz olur güller biter
Bir gül-istandan nişan vermeğe birkaç gül yeter Ahmet Paşa
Yâ Rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
Peymâne-i vücûda zehr-ab dolmasaydı
Âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan
Yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı Ziya Paşa
MURABBA
*Dörder mısralık bentlerden oluşur.
*Bent sayısı 3 ile 7 arasında değişir.
*Uyak düzeni: a a a a , b b b a , c c c a , d d d a....
*Son mısralar aynen tekrarlanırsa buna murabba-i mütekerrir denir. Son mısraları kafiye ile bağlı olan murabbalara ise murabba-i müzdeviç denir.
MURABBA
Âh kim Hazret-i Yakup gibi şâm u seher
Eylerim sağa sola hasret-i yâr ile nazar
Râh-ı kûyımda yok ol Yusuf-ı Sânîden eser
Ağla ey gözlerim ağla ne gelür var ne gider
Sıdı aşıklarının gönlü gibi ahdini yar
Turmadı kavl ü karârına dirîğâ dildâr
İntizâriyle helâk itdi beni aşk-ı nigâr
Ağla ey gözlerim ağla ne gelür var ne gider
ŞARKI
*“Koşma ve türkü” etkisiyle ortaya çıkmış milli bir nazım şeklidir.
*Aşk ve sevgilinin güzelliği , içki ve eğlence konuları işlenir.
*Genellikle dört dizelik bentler şeklinde yazılır.
*Dörtlüklerin üçüncü dizelerine miyan , meyan veya miyan-hane adı verilir.
*Bestelenmek için yazılır.
*Dörtlük sayısı 3 ile 5 arasında değişir.
UYAK DÜZENİ: ( İKİ ÇEŞİT UYAK DÜZENİ VARDIR)
a a a a , b b b a , c c c a
a b a b , c c c b , d d d b
*Şarkı XVI. yüzyılda Nedim’le önem kazanmış ve en güzel örneklerini Nedim vermiştir.
ŞARKI
Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâ-şâda
Gidelim serv-i revânım yürü Sadâbâd’a
İşte üç çifte kayık iskelede âmâde
Gidelim serv-i revânım yürü Sadâbâd’a
Bir sen ü bir ben ü bir mutrib-i pâkîze-eda
İznin olursa eğer bir de Nedim-i şeydâ
Gayrı yârânı bu günlük edip ey şûh fedâ
Gidelim serv-i revânım yürü Sadâbâd’a Nedim
TERKİB-İ BEND
*Her bentte 5-10 beyit bulunur.
*Terkib-i bendin her bir bendine terkib-hane veya hane adı verilir.
*Genellikle 5-10 bentten oluşur. Ancak en az 3 en fazla 15 bentten oluşan terkib-i bentler de vardır.
*Bentlerin sonunda vasıta beyti adı verilen ve diğer beyitlerden farklı uyaklanan bir beyit bulunur. Vasıta beytine bendiyye adı da verilebilir. Bu beyit bölümleri anlamca birbirine bağlar.
*Şair mahlasını son bentte söyler.
*Terkib-hanelerin kafiyeleri ya gazel gibi kafiyelenir:
a a , x a , x a , x a ( b b) c c , x c , x c , x c ,(d d )
VEYA:
a a , a a , a a , a a (b b ) c c , c c , c c , c c ( d d )
şeklinde kafiyelenir.
( Parantez içinde gösterilen beyitler vasıta beyitleridir. Bunlar mısralar kendi aralarında kafiyelenir. )
*Genellikle talihten , hayattan şikayetler , felsefi düşünceler toplumu ilgilendiren meseleler işlenir.
*Bazı yergi ve mersiyelerin de bu nazım şekliyle yazıldığı görülür.
*Edebiyatımızda bu nazım şeklini iyi kullanan şairler Ziya Paşa ve Bağdatlı Ruhi’dir.
TERKİB-İ BEND
İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı
Sirkat çoğalıp lafz-ı sadâkat modalandı
Nâmus tamam oldu hamiyet yeni çıktı
Düşmanlara ahbâbını zem oldu zarâfet
Dil-dârdan ağyara şikayet yeni çıktı
Sâdıkları tahkîr ile red kâide oldu
Hırsızlara ikram u inâyet yeni çıktı
Hak söyleyen evvel dahi menfûr idi gerçi
Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı
Âciz olanın ketm olunur hakkı sarîhi
Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı
Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık
Zîrâ ki ziyân ortada bilmem ne kazandık Ziya Paşa
NOT : BAKİ’NİN YAZDIĞI “KANUNİ MERSİYESİ” DE TRKİB-İ BEND NAZIM ŞEKLİYLE YAZILMIŞTIR.
*VASITA BEYTİ HER BENTİN SONUNDA YİNELENİYORSA BUNLARA TERCİ-İ BEND DENİR.
RUBAİ
*İran edebiyatından edebiyatımıza geçmiştir.
*Kendisine özgü aruz kalıplarıyla yazılır.
*Kısa ve özlü fikirler, nükteli ifadeler rubainin konusunu oluşturur.
*Kafiye örgüsü “a, a, x, a” şeklinde olur.
RUBAİ
Mecnun ki “La ilâhe illa” der idi
Teklif-i şu’ûr eyleseler “lâ” der idi
Ol mertebe meşgul idi Leylâ ile kim
Mevla diyecek mahalde “Leylâ” der idi Yenişehirli Avni
RUBAİ
Geçmiş günü beyhude yere yad etme
Bir gelmemiş an için de feryad etme
Geçmiş gelecek masal bütün bunlar
Eğlenmene bak ömrünü berbad etme Ömer Hayam
RUBAİ
Eslaf kapıldıkça güzelden güzele
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele
Sönmez seher-i haşre kadar ş’ir-i kadim
Bir meş’aledir devr edilir elden ele Yahya Kemal Beyatlı
TUYUĞ
*Türkçe’de “kapalı ve cinaslı söz söyleme, övme” anlamına gelir.
*Özel bir vezinle yazılır.( Failatün / failatün / failün)
*Hemen her konu işlenmiştir.
*Mani nazım şekline çok benzer. Kafiye örgüsü “a, a, x, a” şeklindedir.
TUYUĞ
Hakk’a şükür koçların devranıdır
Cümle alem bu demin hayranıdır
Gün batardan gün doğan yere değin
Aşk erinin bir nefes seyranıdır. (Kadı Burhanettin)
TUYUĞ
Dil-berin işi itâb u nâz olur
Çeşm-i câdû gamzesi gammaz olur
İy gönül sabr it tahammül kıl ana
Yâre irişmek işi az az olur (Kadı Burhanettin)
TUYUĞ
Hak ne yazmış ise ezelde bolur
Göz neni ki göreceg ise görür
İki alemde Hakk’a sığınmışız
Tohtamış ne ola, ya Ahsah Temur (Kadı Burhanettin )
TUYUĞ
Gözü can esrütmeğe hammar imiş
Kaşı gönül yıkmaya mimar imiş
Diledim halim ki gözüne diyem
Turfa budur gözleri bîmâr imiş (Kadı Burhanettin)
**Dört dizesi de uyaklı olan tuyuğlara “musarra tuyuğ” denir.
Dalmışam şol bahre kim pâyânı yok
Batmışam şol gence kim hüsranı yok
Bulmuşam şol bedri kim noksanı yok
Girmişem şol şehre kim vîrânı yok (Nesîmî)
PEYGAMBER KISSALARI
Peygamber kıssaları Divan edebiyatında önemli yer tutar.
HZ. ADEM İLE HAVVA
Hazret-i Adem’in cennetten kovulması, Hz. Hava’nın Hz. Adem’in kaburga kemiğinden yaratılması, şeytanın , cennetin kapısında bekleyen yılan tarafından cennete alınması, önceleri dört ayaklı ve güzel bir hayvan olan yılanın, bunun üzerine cezalandırılarak sürüngen hale getirilmesi, şeytanın Hz. Adem’i kandırması Divan şairlerine ilham kaynağı olmuştur.
Zeni pehlû-yı çepten eyledi Hak
Eğrinin hali eğridir mutlak (Hamdullah Hamdi)
Allah kadını (eğri / sol) kaburga kemiğinden yarattı. O yüzden eğrinin hali mutlaka eğridir.
(Özü eğri olandan doğruluk beklenmez.) Burada Hz. Havva’nın, Hz. Adem’in kaburgasından yaratıldığına telmih yapılmıştır.
Zen: kadın
Pehlu: vücudun yanı
Çep: sol, falso, yanlış, eğri
Yüzünü göstermesin ağyara zülfün key sakın
Mâr olan şeytana cennet kapısın derhal açar (Laedri)
Sakın ola ki (dikkat et) zülfün yüzünü rakibe göstermesin. Çünkü yılan şeytana cennetin kapısını hemen açar. Burada yüz ile cennet, ağyar (yabancı, rakip) ile şeytan, zülüf ile de yılan ( zülüf şekil bakımından yılana benzer) ilgi kurulmuştur. Şair sevdiğine seslenerek, dikkat et, zülfün açılarak yüzünü düşmana göstermesin, zira yılan olan şeytana cennetin kapısını hemen açar, diyor. Dolayısıyla hem yılanın şeytana cennet kapısını açmasına telmih yapıyor, hem de sevdiğinin yüzünü cennete, düşmanı şeytana, sevdiğinin zülfünü (saçını) da yılana benzetiyor.
Ağyar: yabancı, el
Mâr: yılan
Âdem alnında göreydi ger cemâlin nûrunu
Secde emrine inat etmezdi Şeytan-ı Racîm
Eğer taşlanmış Şeytan senin yüzünün nûrunu Hz. Adem’in alnında görseydi, secde emrine inat etmez, hemen secde ederdi.
Ger: eğer
Cemâl: yüz güzelliği
Racîm: recmedilmiş, taşlanmış
HZ. NUH Hazret-i Nuh tufan olayı ile ilgili olarak anılır.
Sensin bizi muhlis yine garkâb-ı fenadan
Ne zevrak u ne Nuh u ne tufan biliriz biz (Naili-i Kadim)
Yokluğun suyuna gark olmaktan ( yokluk suyunda boğulmaktan) bizi koruyacak olan sensin. (Yoksa) biz ne gemi, ne Nuh , ne de tufan biliriz.
Garkâb: suya batmış, boğulmuş
Zevrak: kayık , sandal
Mâr ise adû biz yed-i beyzâ-yı keîmiz
Tufan ise dünya gamı biz keştî-i Nuh’uz
Düşman yılan ise biz kelîmin (Hz. Musa’nın) beyaz eliyiz. (bkz. Hz. Musa), Dünya gamı tufan kadar kapsamlı ise biz Hz. Nuh’un gemisindeki kişileriz. (Dolayısıyla bizim bir şeyden korkmamıza gerek yok.)
Mâr: yılan
Adû(v) : düşman
Yed-i beyza: Beyaz el. Hz. Musâ’nın elini göğsüne sokup çıkarınca elinin ay gibi parlaması mucizesi.
Kelîm: konuşan, Tûr-i Sînâ’da Allah ile konuşmasından dolayı Hz. Musâ’ya verilen unvan
Keştî-i Nuh : Nuh’un gemisindekiler
Nâhuda eylemese Nuh’u bu keştîye Huda
Mevc-i tufana ne yelken dayanırdı ne seren
Allah bu gemiye Nuh’u kaptan yapmasaydı, tufan dalgasına ne yelken ne de seren dayanırdı.
Nâhuda: 1. Dinsiz 2. Kaptan
Mevc : dalga
HZ. İBRAHİM /HALİLULLAH
Nemrut tarafından ateşe atıldı. Cebrail, Allah’ın emriyle Hz. İbrahim’i tuttu ve bir şey isteyip istemediğini sordu. Hz. İbrahim, ben Allah’ın kuluyum, her şeyi ondan isterim. Allah ne dilerse o olsun, dedi. İbrahim’in ismi Halilullah ( Allah’ın dostu) oldu.
Sonra Hz. İbrahim’in düştüğü yer çimenlik oldu. Çimenlerin ortasında bir pınar meydana geldi. Yanan odun parçaları balığa dönüştü. Bütün bunlar Divan şiirinde işlenir.
Kızarmış terleyip ruhsârın ey meh tâb göstermiş
Halil âsâ cemalin ateş içre âb göstermiş (Rahşani)
Ey ay yüzlü , yüzün kızararak terlemiş ve parlaklık göstermiş. Güzelliğin Halil gibi ateş içinde su göstermiş. ( Ateşin suya dönüşmesi veya ateşten su çıkması Hz. İbrahim’in ateşe atılmasıyla ilgili olduğu için, sevgilinin ateş gibi kırmızı yanağından su (ter) çıkması durumuyla ilişkilendirilmiştir.)
Ruhsâr: yanak
Meh : ay, ( parçada açık istiare yapılarak sevgili yerine kullanılmış)
Âsâ: gibi
Cemal: güzellik
Âb: su
HZ. İSMAİL
Hz. İbrahim Peygamber Allah’tan bir erkek çocuk istedi. Eğer bana bir erkek çocuk verirsen, onu senin aşkına kurban edeyim, dedi. İsmail doğdu. Hz. İbrahim verdiği sözü uttu. Bir gece rüyasında ona sözü hatırlatıldı. İbrahim, oğlunu alıp dağa çıktı. Onu yatırdı. Bıçağı İsmail’in boğazına bastırınca bıçak tersine döndü. İkinci kez bıçağı bastırınca bıçak ikiye bölündü. O sırada Allah (C.C.) Cebrail vasıtasıyla İsmail’in yerine kurban edilmesi için bir koç gönderdi.
Gerçi İsmail’e kurban gökten inmiş kadr içün
Hak bilir kadr için İsmail ana kurban olur (Fuzuli)
Gerçi İsmail verilen değer için kurban gökten inmiş (ama) Hak bilir ki değerini belirtmek için ona (övülen kişi her kimse) İsmail kurban olur.
HZ. YAKUP
Oğlu Hz. Yusuf’un hasretiyle ağlaya ağlaya gözlerini kaybetti. Hz. Yakup’un Yusuf’u beklediği kulübeye “Kulbe-i Ahzan” yani hüzünler kulübesi denir.
Maksud kolaylıkla azizim ele girmez
Çeşm etti fedâ Yusuf’a Yakub-ı muhabbet ( İzzet Molla)
(Azizim, insan amacını kolaylıkla elde edemez. Hz. Yakup’un, Hz. Yusuf’a olan sevgisi göz feda etmeyi gerektirdi. Hz. Yakup , Hz. Yusuf’a göz feda ederek kavuşabildi.)
Maksud: kastedilen, istenen şey
Çeşm: göz
O Yusufpirehenler hayf kim pinhan olup dilden
Bu mir’atü’s-safayı çeşm-i Yakup eylemişlerdir (Şeyh Galip )
(Yazık ki o Yusuf gömlekliler , gönülden gizli olup, bu neşe aynasını Yakup’un gözü gibi -kör- eylemişlerdir.)
Pirehen: gömlek
Hayf: 1. haksızlık 2. yazık ki, vah
Pinhan: gizli
Dil : gönül
Mir’atü’s-safa: safa aynası
Gam-ı hicran beni hemhalet-i Yakup edeli
Girye vü nalişime kulbe-i ahzan ağlar ( Sümbülzade Vehbi)
(Ayrılık gamı beni Hz. Yakup’la hemhal -aynı halde- edeli, benim inleyiş ve gözyaşıma hüzünler kulübesi ağlar.)
Hicran: ayrılık
Hemhalet: aynı halde olan
Girye: gözyaşı
Nâle: inleyiş
Kulbe-i ahzan: hüzünler kulübesi , Hz. Yakup’un , Hz. Yusuf’un yolunu beklediği kulübe
HZ. YUSUF
Hz. Yakup’un oğlu olan Hz. Yusuf , güzelliği , kardeşleri tarafından kuyuya atılması, kuyudan çıkarılarak Mısır’a götürülmesi, Züleyha (Zeliha)’nın onu sevmesi vb. özellikleriyle Divan şiirine konu edilmiştir.Mısır Aziz’inin karısı olan Züleyha Yusuf’a aşık oldu.
Yusuf’a aşık olan ve bu yüzden dillere düşen Züleyha bir gün portakal soyan kadınların yanına Yusuf’u getirdi. Kadınlar bu güzellik karşısında ellerini kestiler.
Bir gün , Züleyha’nın ısrarına rağmen ona yanaşmayan Yusuf, kaçmak için kapıya koştu. Züleyha onun gömleğini tuttu, gömlek yırtıldı. Dışarı çıktıklarında Aziz’i karşılarında buldular. Züleyha korkusundan Yusuf’a iftira etti. Yusuf zindana atıldı. Sonunda zindandan çıkan Yusuf Mısır’a sultan oldu, babası ona kavuştu.
Baba nasihatıdır mekr-i hişten hazer et
Eden fütade-i çeh Yusuf’u biraderidir (Seyyid Vehbi)
(Baba nasihatidir, akraba hilesinden sakın.-Çünkü- Yusuf’u kuyuya düşüren kardeşleridir.)
Mekr: hile, düzen
Hiş: akraba, soy sop
Hazer: sakınma, kaçınma, korunma
Fütade / Üftade : düşkün, düşmüş
Çeh / Çah: kuyu
Yine hemcinsi bilir birbirinin miktarın
Yusuf’un hüsn-i peder-sûzunu ihvandan sor ( Nâbî )
Yine birbirinin değerini hemcinsi bilir. Yusuf’un baba yakan güzelliğini kardeşlerinden sor.
Mikdar:değer
Hüsn: güzellik
-sûz: yakan , yakıcı
İhvan: sadık, samimi, dost , kardeş
Yusuf dâhi olsan âhir düşürürler seni çâha
Ebnâ-yı zamanın işi ihvâna cefâdır (Haşimî)
Yusuf bile olsan sonunda seni kuyuya düşürürler. Zamanın insanının işi kardeşine cefa etmektir.)
Çâh: kuyu
Ebnâ: oğullar
Ebnâ-yı zaman: çağın insanları
Kaçırdı Yusuf-ı savmı Züleyha-yı felek şimdi
Hilâl-i ıyd sanma elde kaldı tarf-ı dâmânı (Seyit Vehbi)
(Şimdi oruç Yusuf’unu feleğin Züleyha’sı kaçırdı. -Gökte görüneni- bayram hilali sanma , eteğinin kenarı elde kalmıştır.)
Savm: oruç
Hilal-i ıyd: bayram hilali, görüldüğü zaman Ramazan Bayramı’nın geldiği anlaşılan hilal
Tarf: göz ucuyla bakma, kenar
Dâmân: etek
Tarf-ı dâman: eteğin kenarı
Yüz sürer dâmânına bir gün Züleyha-yı ümit
Sen hemen ey Yusuf-ı mısr-ı melahat ağır ol (Laedrî)
(Bir gün ümidin Züleyhası eteğine yüz sürer. Ey güzellik ülkesinin Yusuf’u sen ağır ol, ağırbaşlı ol.)
Melahat: Güzellik (Arapça’da tuzluluk anlamına da gelirmiş.)
Mısr: Ülke, şehir ( Sadece “Mısır” ülkesi değil, genel anlamda ülke anlamına da geliyor.)
Ey hayal-i yâr Yusuf veş aziz olsan dahi
Hapsolursun bir gün ol zindana kim çeşmimdir ol (Hulusi Dede)
(Ey yarin hayali! Yusuf gibi aziz -izzetli, değerli- olsan bile bir gün gözlerimin zindanına hapsolursun.)
Veş: gibi
Çeşm: göz
HZ. EYYUB
Hz. Eyyub sabrı ile tanınır. Allah Hz Eyyub’a çok mal ve davar verdi. İblis (Şeytan) kıskandı ve Allah’a : Ya Rab, Eyyub’un ibadeti çoktur. Ama hangi kul vardır ki , sen bu kadar nimet veresin de , o ibadet etmemiş olsun. Beni onun malı üzerine musallat kıl, ta ki onun bütün malını helak edeyim; o zaman nimetine nasıl nankörlük edeceğini gör, dedi. Allah’ın izniyle Şeytan Hz. Eyyub’a musallat oldu. Hz Eyyub sabretti. Önce Hz. Eyyub’un malı helak oldu, ardından oğulları ve kızları helak oldu. Sonra Şeytan Hz. Eyyub’a musallat oldu. Hz. Eyyub hep sabretti. Bir gün Hz. Eyyub secdede iken İblis gelip onun ağzına üfledi. Hz. Eyyub’un birçok uzvu yandı, vücudu şişti. O, yine sabretti. Şeytan Hz. Eyyub’un hanımına musallat olarak kadını onun hizmetinden alıkoymak istedi. Başarılı olamadı.
Sonunda Hz. Eyyub’a iman eden üç kişi gelip kendi aralarında , bu kadar zamandır ona bir şifa gelmedi, demek ki Allah Eyyub’dan vazgeçmiştir, dediler. Bunu işiten Eyyub çok
incindi. Bu ihtimal onu çok üzdü. Allah’a yalvardı. Allah (C.C.) ona , ayağını yere vur, su çıksın, dedi. Eyyub ayağını yere vurunca yerden su çıktı. Eyyub o suyla yıkandı ve o sudan içti, hastalıkları geçti.
Bir rivayete göre ise Hz Eyyub’un vücuduna kurtlar musallat oldu. Kurtlar onun kalbine erişip de onun Allah’ı zikretmesine engel oluncaya kadar sabreden Eyyub sununda dua ederek bu hastalıktan kurtuldu.
Mesiha-yı nigehten ders alıp dehrin etibbâsı
Bu bîmârın ilacın sabr-ı Eyyub eylemişlerdir (Şeyh Galip)
Bakışın Mesih’inden ders alıp dünyanın doktorları. Bu hastanın ilacını Eyyub’un sabrı eylemişlerdir. Şair öyle bir hastalığa tutulmuş ki dünya doktorları Eyyub sabrından başka ilacı olmadığını söylemişler.
Mesih: nefesiyle hastaları iyileştiren ve ölüleri dirilten Hz. İsa’nın unvanı
Nigeh:Bakış
Dehr: Dünya
Etibba: Doktorlar, tıpçılar
Bîmâr: hasta
HZ. ŞUAYP
Hz. Şuayp Medyen ve Eyke ahalisini Hak dine davet etti. Onu dinlemeyen Eyke halkına Allah (C.C.) şiddetli bir sıcaklık musallat etti. Yedi gün süren bu sıcaklıkta ırmaklar bile kaynadı. Halk bir bulutun altına toplandı. Buluttan yağan ateşle hepsi helak oldu.
Medyen ahalisi ise gökten inen bir sayha ( bağırma, çığlık) ile telef oldu.
Hz. Şuayp Medyen’de iken ,o sırada elinden çıkan bir kaza yüzünden Firavun’un gazabından korkup Medyen’e kaçan Musa’ya kızlarından birini verdi. Musa on sene Şuayp’e hizmet ettikten sonra eşini alarak Mısır’a döndü.
Yed-i beyzanüma-yı Musa’dan
Şubelendi menakıbat-ı Şuayp (Şeyh Halip)
Hz. Musa’nın yed-i beyza’sının görünmesinden (mucizesinden), Hz. Şuayp’in menkıbeleri çoğaldı.
HZ. MUSA Mısır’dan Kaçan Hz. Musa’nın , Hz. Şuayp’in yanından Mısır’a , eşi ve iki çocuğuyla dönerken, Tur-ı Sînâ’ya yaklaştığı sırada şiddetli bir yağmur ve rüzgarla karşılaştı. Yolunu şaşırdı. Ateş yakmak istedi, yakamadı. Uzakta bir ateş gördü. Ateşe yaklaşınca ateşin bir ağaç tepesinde olduğunu gördü. Korkarak dönmek istedi. O zaman ağaçtan : Ya Musa! Ben alemlerin Rabbi olan Allah’ım , diye bir ses geldi. Hz. Musa, Ya Rab! Bana zâtını göster, dedi. Allah (C.C.) da , sen beni göremezsin, dağa bak, eğer benim tecellime dayanıp durursa beni görürsün, dedi. Allah (C.C.) dağa tecelli edince dağ parçalandı. Musa da düşüp bayıldı.
HZ. DAVUD
Hz. Davud sesi ile meşhur olmuştur. Zebur’u okuduğu zaman bütün kuşlar üstüne yığılırdı. Dağlar da yankılanırdı.
Avazeyi bu kubbede Davut gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş (Bâkî)
Bu gök kubbede Hz. Davut gibi güzel sesler bırak. Bu kubbede bâki (Bâkî) kalan hoş bir ses imiş.
Avaze: yüksek ses
Sadâ : ses
HZ. SÜLEYMAN
Davud peygamberin oğludur. İnsanlar, cinler, dev ve periler, kuşlar, vahşi hayvanlar, yılan, karınca ve rüzgar onun emrine tâbi olmuştur. Ona ait çok kıssa vardır.
Hz. Süleyman’ın taşı kibrit-i ahmerden (kırmızı yakut) olan bir yüzüğü vardı. Bunun üzerinde Allah’ın ismi yazılıydı. Bundan dolayı bütün vahşi hayvanlar ve kuşlar onun hükmüne tâbi idi. Bir gün Hz. Süleyman def-i hacet edecekken yüzüğü karısına bıraktı. Yüzüğü ele geçirmek için fırsat kollayan bir dev, Süleyman suretine bürünerek yüzüğü kadından aldı. Yüzüğü geri almak için Hz. Süleyman’ın çekmediği sıkıntı kalmadı.
Hz. Süleyman gazaya giderken bir dereye uğradı. Orada karıncalar vardı. Karıncaların beyi karıncalara , deliğinize girin ki Süleyman’ın askeri sizi çiğnemesin , dedi. Bu sözü tebessümle karşılayan Süleyman atından inerek karıncaların beyini çağırdı. Bey, bir çekirge budunu alarak Hz. Süleyman’a hediye etti. Süleyman beyden öğütler aldı. Süleyman’ın duası ile beyin hediye ettiği çekirge budu bereketlendi. Süleyman’ın askeri budun yarısını yiterek doydu. Arta kalanı Süleyman karıncaya verdi. Artan parçayı karınca , deliğine götürdü.
Süleyman peygamber bir gün Hicaz ile Yemen arasındaki Saba diyarına vardı. Bu memlekete Belkıs adında güzel bir kadın hükmederdi. Belkıs güneşe tapardı. Su aramaya giden Hüthüt (kuş) Saba ülkesine ulaştı. Orada yeşillikler ve akarsular gördü. Bostanlarda taht üzerinde oturan Belkıs’ı da gördü. Onun önünde de bir kuş (Hüthüt) oturuyordu. İki kuş konuştular. Süleyman’ın Hüthüt’ü diğer kuşa Süleyman’ı ve saltanatını övdü. Sonra geri döndü. Durumu Süleyman’a anlattı. Süleyman , Belkıs’a imana davet için bir mektup yolladı. Belkıs ülkesinin büyükleriyle görüşüp, Süleyman’a elçi ve hediyeler gönderdi. Süleyman hediyeleri geri gönderdi. Belkıs gelerek Süleyman’a iman etti ve evlendiler.
Ger Süleyman’ın saadetle sen olsan âsafı
Bir dem âram eylemezdi dîvde engüşteri (Refi’)
Eğer Süleyman’ın, mutlulukla veziri sen olsaydın, (Süleyman’ın yüzüğü devde bir an bile kalmazdı.)
Ger: eğer ,
Âsaf: vezir , Hz. Süleyman’ın vezirinin adı.
Dem: kısa zaman dilimi
Dîv:1. dev 2. cin 3. şeytan
Ârâm: dinlenme, istirahat etme, durma , eğlenme
Engüşter, engüşterî : yüzük
Mest olup uyurken öpmüş la’l-i cânânı rakip
Ehremenler hâtemi tutmuş Süleyman bîhaber (Bâkî)
Sevgili sarhoş olup uyurken rakibin onun dudağını öpmesi ile , Süleyman’da habersiz devlerin yüzüğü alması arasında ilgi kurulmuş.
La’l: 1. kırmızı, al 2. kırmızı ve değerli bir süs taşı 3. dudak
Ehremen / ehremen :1. şeytan 2. dev
Âlemi teshir için hâtem ne lazım tab’ıma
Ben Süleyman-ı hayalim neyleyim engüşteri (Nef’î)
Dünyayı ele geçirmek için bana yüzük gerekmez. ( Benim yaratılışımda yüzüğe yer yoktur.) Ben hayalin Süleyman’ıyım. Yüzüğü ne yapayım.
Teshir: 1. zapt ve istila etme, ele geçirme / büyü yapma, ( “h” sesleri farklı)
Hâtem: Mühür, üstü mühürlü yüzük
Tab’: tabiat, yaratılış, huy
Engüşter: yüzük
Hediyeyle varıp bir mûr dîvan-ı Süleyman’a
İder kemkadr iken kadrini berter yâ Rasulallah (Vâsıf)
Ya Rasulullah! Bir karınca Hz. Süleyman’ın makamına hediyeyle varıp , az olan değerini artırmıştır.
Mûr: karınca
Kem-kadr: kadri itibarı az, değersiz
Berter : daha, pek , en yüksek , üstün, meziyetli
Ol şehinşah kim eğer bir mûra kılsa iltifat
Mûr hükmeyler Süleyman üstüne sultan olur (Fuzûlî)
O padişahlar padişahı bir karıncaya iltifat etse, o karınca Süleyman üzerine hükmederek sultan olur.
Şehinşah: padişahlar padişahı, büyük padişah
Mûr : karınca
İltifat: 1. yüzünü çevirip bakma 2. dikkat 3.hatır sorma, gönül alma
Teşne-i câm-ı visalin âb-ı hayvan istemez
Mâil-i mûr-ı hatın mülk-i Süleyman istemez (Fuzûlî)
(Sana) kavuşmanın kadehine susamış olan hayat suyu istemez. Yanağındaki tüylerin karıncasına meyilli olan Hz. Süleyman mülkünü (bile) istemez.
Teşne: susamış
Câm: kadeh
Visal: kavuşma
Âb-ı hayat / Âb-ı hayvan : hayat suyu, ölümsüzlük suyu
Mâil: 1. bir yana eğilmiş 2. istekli, hevesli
Hat(t) : 1. çizgi 2. satır 3.yazı 4.sıra, saf 5.gençlerde yeni terlemiş bıyık veya sakal
Ne bîş ü ne kem âlemi yeksan biliriz biz
Her gördüğümüz mûru Süleyman biliriz biz (Nailî-i Kadîm)
Ne eksik ne fazla , alemde herkesi eşit biliriz biz. Her gördüğümüz karıncayı Hz. Süleyman biliriz biz.
Bîş: fazla, ziyade
Kem: az, eksik
Yeksan: eşit, düz, beraber
HZ. İLYAS
Hz. İlyas’ın kavmi dalalete düştü. Bunun üzerine Hz İlyas şehirden çıktı ve dua etti. Allah (C.C.) ona , filan şehre git, filan günde ne görürsen üstüne bin, korkma, diye emretti. İlyas emrolunan yere vardı. Ateşten bir at gördü. Ona bindi ve gözden kayboldu. Allah onu melekler makamına yükseltti. Ve kıyamete kadar ömür vererek denizler üzerinde görevlendirdi.
Âb-ı derya üzre geh İlyas veş seyran eder
Gâh eyler mesken İbrahim tek âzer saba (Fuzûlî)
Rüzgar bazen İlyas gibi deniz suyu üzerinde dolaşır. Bazen de Hz. İbrahim gibi ateşi mesken eder.
Âb-ı derya : deniz suyu
Geh: bazen
Veş: gibi
Tek: gibi
Azer: ateş, (Aynı zamanda Hz. İbrahim’in babasının adı.)
Saba: hafif esen rüzgar
HZ. YUNUS
Yunus Peygamber , imana gelmeyen Ninova halkına Allah’ın azabını tebliğ etti. Azap günü gelince kendisi bir dağa çıktı. O gün gökte dumanlı, siyah bir bulut belirdi. Azabı gören halk Allah’a yalvardı. Bunun üzerine azap geri çekildi. Yunus peygamber durumu öğrenince, şimdi memleketime dönsem halk beni yalancılıkla suçlar, diyerek sahraya yöneldi. Deniz kenarına gelip bir gemiye bindi. Gemi suyun ortasında durdu. Gemide mutlaka bir kaçkın var, dediler. Yunus, o kaçkın benim, dedi. Üç kez kur’a çekildi. Üçünde de kur’a Yunus’a çıktı. Yunus kendi rızasıyla suya atıldı. O sırada bir balık Yunus’u yuttu. Balık gemiyi izledi. Gemi sahile varınca balık da Yunus’u sahile bıraktı. Yunus’un vücudunda kıl kalmamıştı. Açlıktan zayıf düşmüştü. Allah’ın izniyle çölde kavak ağacı ve göğsü sütlü ceylanlar peydâ oldu. Yunus’u görüp tanıyan bir çoban , şehre varıp durumu halka bildirdi. Halk çöle gidip Yunus’a hürmet ederek onu Ninova’ya getirdi ve ona itaat ettiler.
Mihnet ile Yunus’u etti zebûn
Nokta gibi kıldı mekânını nun (Taşlıcalı Yahya)
Sıkıntı ile Yunus’u güçsüz bıraktı. Nokta gibi onun mekanını nun ( nun harfi / balık ) kıldı.
( Hem nun harfinde nokta bulunur, hem de Hz. Yunus’un balıkla ilgisi vardır.)
Mihnet: gam, eziyet, sıkıntı
Zebûn : zayıf , güçsüz, aciz
Nun: 1. bir harf 2. Arabi tarihlerde ramazana işarettir. 3. balık
HZ. ZEKERİYYA
Hz. Zekeriyya, Yahya’nın babasıdır. Hz. İsa zamanında hayatta idi. Filistin valisi tarafından öldürülmek istenen oğlunu kurtarmaya çalıştığı için takip edilirken , Beytü’l-mukaddes’e ait bir bahçede bir ağacın kütüğüne saklandı ve ağaçla beraber, testere ile ikiye bölünerek şehit edildi.
Cemaline Zekeriyya o gûne aşık idi
Ki âh etmedi şak etti cismini minşâr
Güzelliğine Hz. Zekeriyya o tarzda ( o derecede) aşık idi ki, bedenini testere parçaladığı halde ah etmedi.
Gûne: türlü, gidiş, tarz, sıfat
Şak(k): yarma, yarılma, parçalama, kırma
Minşâr: testere
HZ. YAHYA
Beytü’l-mukaddes’in sultanı , Yahya Peygamber’i çok sever ve onun sözünden dışarı çıkmazdı. Sultan, üvey kızını seviyor ve onu almak istiyordu. Yahya buna mani olmaktaydı. Bu yüzden kızın anası Yahya’ya kin bağlamıştı. Sultan her gün kızının bir arzusunu yerine getirirdi. Bir gün yine arzusunu sordu. Kız da annesinin tavsiyesi üzerine Yahya’nın başını istedi. Sultan, kızın bu arzusundan vazgeçmesi için çok ısrar ettiyse de , nihayet çok sarhoş olduğu bir gece üvey kızının arzusunu yerine getirdi. Yahya’nın başı kesildi. Yahya’nın iki damarından o kadar çok kan aktı ki, üzerine atılan toprak bir tepe gibi yükseldiği halde kan dinmedi. Toprak delinip kan ırmak gibi aktı.
Bir şehid-i dem-hurûşanım ki gûş-ı cânıma
Ruh-ı Yahya’dan gelir âvâz-ı istihsan henüz (Muallim Naci)
Kanı öylesine coşmuş olan bir şehidim ki canımın kulağına henüz Hz. Yahya’nın ruhundan beğenme sesi gelmektedir.
Dem : 1.kan 2.nefes, soluk 3. içki 4.an, vakit, zaman
Hurûşan:coşan, çağlayan
Gûş: 1.kulak 2.işitme ( Gûş et- : dinle-)
İstihsan: beğenme ; savunma, karşı koyma
HZ. İSA / MESİH
Meryem on yaşında idi. Allah (C.C.) ona insan suretinde Cebrail’i gönderdi. Cebrail , Meryem’in kaftanının yenine üfledi. Meryem, Allah’ın emri ile İsa’ya gebe oldu.
Surette n’ola zerre isek ma’nide yuhuz
Ruhü’l-Kudüs’ün Meryem’e nefhettiği ruhuz (Rûhî)
Görünüşte zerre isek de gerçekte güneşiz. Cebrail’in Hz. Meryem’e üflediği ruhuz.
Ma’ni : mana, anlam, işin aslı, işin iç yüzü
Yuh / yuha : güneş
Ruhü’l-Kudüs: Cebrail
Nefhet- : üfleme,
İsa peygamber , senelerce halkı imana getirmeye çalıştı. Benî İsrail kavmi Toplanıp İsa’yı öldürme kararı aldılar. İsa bir eve gizlendi. Fakat onu buldular. Bir iple direğe bağladılar. Allah’ın emri ile melekler onu dördüncü kat göğe yükselttiler.
Zemin eflâke elbet azmederdi fart-ı hasretten
İkamet etse çerh üzre misal-i Hazret-i Îsâ (İzzet Molla)
(Eğer o sevgili) Hz. Îsâ gibi gökyüzünde otursaydı ( ikamet etseydi) aşırı hasretten yer yüzü mutlaka gökyüzüne ulaşmak isterdi.
Zemin: yeryüzü, arz
Eflâk: semalar, gökler
Azmetmek : kasıt , niyet, karar, ( azîmet: gitmek, gidiş)
Fart: aşırı, aşırılık, taşkınlık, fevkaladelik,
HZ. MUHAMMET (S.A.V.)
Hz. Peygamber’in doğumundan önce , Hristiyanlığı kabul etmiş olan Habeşliler , bu dini yaymak maksadıyla San’a’da büyük bir kilise yapmışlar ve Arapları , Kâbe yerine bu yeni mabede çevirmeye çalışmışlardır. Fakat Kâbe durdukça bunu başaramayacaklarını anladıkları için , Kâbe’yi yıkmaya karar verdiler. Bu maksatla Mekke’ye hücum ettiler. Habeş ordusunun önünde bir fil yürüdüğü için bu olaya “Fil Olayı” denir. Mekke’ye kadar gelen Habeş ordusu , ebabil kuşlarının gökten yağdırdığı taş yağmuru altında mahvoldu.
Olma isyana cerî kuvvet ile fil gibi
Düşman-ı Hakk’a hücum eyle ebâbil gibi (Hersekli Arif Hikmet)
Fil gibi isyanda cesurluk gösterme. Hak düşmanına ebabil gibi saldır.
Cerî: cesur, yiğit, gözü pek
O doğduğu zaman Kisra saraylarının sütunları yıkıldı. Mecusilerin ateşi söndü. Sâve gölünün suları çekildi. Semâve vadisinin suları taştı.
Hz. Muhammet(S.A.V) , sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak doğmuştu. Sırtında , iki kürek kemiği arasında , tâ kalbinin hizasında bir nişanesi vardı. Buna hatem-i nübüvvet ( Peygamberlik mührü) denirdi. Hz. Muhammet’ (S.A.V) in gölgesi yere düşmezdi.
Kâmetin ey bûtsan-ı lâmekân pîrayesi
Nûrdan bir servdir düşmez zemine sayesi (Zâtî)
Ey mekansızlık bahçesinin süsü. Boyun (bedenin) nurdan bir servi olduğu için gölgesi yere düşmez.
Kâmet: boy, beden
Bûtsan :bostan, bahçe
Lâ-mekân: mekansız, yersiz, yere ihtiyacı olmayan
Pîraye: süs , Saye: gölge
Hz. Muhammet(S.A.V.) henüz küçükken , başı üstünde bir bulut dolaşır; o nereye giderse bulut da beraber gider; o bir yerde durursa bulut da dururdu. böylece bulut peygamberimizi sıcaktan korurdu.
Nola bir pâre ebri başı üzre sâyeban itse
Güneşten sakınır kendi Habibin Hazret-i Mevlâ (Sâbit)
Bir parça bulutu başı üzerinde gölgelik yapsa bundan ne çıkar. Hazret-i Mevla sevdiğini güneşten bile sakınır.
Pâre: parça
Ebr: bulut
Sâyeban: gölgelik
Hz. Muhammet (S.A.V) , peygamberliğinin on ikinci senesinde , recep ayının yirmi yedinci gecesi, amcasının kızı Ümmühanî’nin evindeyken , Allah tarafından Cebrail gönderildi. Cebrail’in yanında Burak da vardı. Hz. Muhammet Burak’la Mekke’den Mescid-i Aksa’ya geldi. Beytü’l-Mukaddes’te tüm peygamberler tarafından karşılandı. Burada namaz kıldıktan sonra göğe yükseldi. Birinci katta melekler tarafından karşılandı. Sonra her kat gökte ayrı ayrı peygamberler tarafından karşılanarak yedinci kattaki Beytü’l-ma’mur’a çıktı. Oradan Sidretü’l-münteha’ya vardı. Sonunda yetmiş perdeyi geçtikten sonra yeşil bir döşek olan Refref’e oturdu. Refref de onu Kürsü’ye kadar götürdü. Orada yine yetmiş perdeyi geçerek Arş’a vardı. Arş’ın nuru peygamberimizi kapladı. Nurdan başka bir şey göremez oldu. Allah’ı kalp ya da baş gözü ile gördü. Mekke’ye döndüğünde henüz yatağı soğumamıştı.
Gel ey kilk-i sebük-rev maksad-ı aksaya azmeyle
Edip mi’raç vasfın eyle kesb-i paye-i a’lâ (İzzet Molla)
Ey hızlı yazan ( üretken) kalem büyük amaçları hedefle. Miraç’ın özelliklerini anlat ( onu öv) böylece yüksek dereceler kazan.
Kilk: kalem
Sebük: hafif, çabuk, ağır başlı olmayan (Sebük-rev: çabuk giden)
Aksa: son, en son, uzak
Azmeylemek : kastetmek, gitmek
Vasf: özellik, sıfat, övme
Kesb: kazanma
Pâye : derece
Âlâ : yüce, yüksek
Hz. Muhammet (S.A.V.) Mekke’de gördüğü baskı üzerine Medine’ye hicrete karar verdi. Hz. Ebubekir ile gece yola çıktılar. Cebel-i Sevr’de bir mağaraya gizlendiler. Kureyşliler onları takip ettiler. Mağaranın kapısına kadar geldiler. Mağaranın girişine örümcek ağ örmüş, bir çift güvercin de yuva yapmıştı. Kureyşliler bu mağaranın içinde insan olacağına ihtimal vermediklerinden mağaraya girmediler.
Anâkib perde-i zünbûru çekti bâb-ı gaar üzre
Nola görmezse çeşm-i düşmana bir ağ idi güya (Sabit)
Örümcekler zünbur perdesini mağara kapısına çekti. O perde düşman gözüne bir ağ oldu, ve içeriyi göstermedi.
Anâkib: örümcekler
Zünbur: eşek arısı
Bâb: kapı, giriş
Gaar / gar: mağara ( kehf : mağara)
Hz. Muhammet (S.A.V.) Peygamberimiz Bedir savaşında zafer için Allah’a yalvardı. Allah (C.C.) Cebrail vasıtasıyla Hz. Peygamber’e , bir avuç toprak alıp düşman tarafına at, buyurdu. Hz. Peygamber bunu yapınca kâfirler perişan oldular.
Bir avuç hâki remyedince heman
Etti a’dayı hâk ile yeksan (Derviş )
Bir avuç toprağı serpince düşmanı toprakla ( yerle) bir etti.
Hâk: toprak
Remy: atma, fırlatma,
A’da: düşman
ŞAKK-I KAMER (AYIN BÖLÜNMESİ)
Kureyş kabilesinden bazı kişiler bir gece Hz. Peygamberimizden bir mucize istediler. O, parmağını uzatınca ay iki parça oldu.
Şu’ledir mâh anı şak etmiş benâniyle fetil
Mu’ciz-i Peygamberi her dem eder ızhâr şem’ (Riyazi)
Mum her zaman Hz. Peygamber’in mucizesini gösterir. Mumun alevi aya benzer. Mumun fitili ise bir parmak gibi o alevi ikiye böler.
Şu’le: alev, ateş
Mâh: ay
Şak(k) : parçalama, bölme
Benân: parmaklar, parmak uçları
Fetil: lamba fitili,
Dem. Zaman
İzhâr: gösterme , meydana çıkarma
Şem: mum
HZ. MUHAMMET (S.A.V.)’IN PARMAĞINDAN SU AKMASI
Hudeybiye civarında peygamberimize su olmadığı bildirildi. Bunun üzerine peygamberimiz , yanındaki suyla abdest aldı. Parmaklarından su akmaya başladı. Yanındakiler o sudan kana kana içtiler.
Hayret ile parmağın dişler kim etse istima’
Parmağından verdiği şiddet günü ensara su (Fuzûlî)
Şiddetli ( susuzluk günü) günde parmağından ensara su verdiğini kim duysa hayretinden parmağını ısırır.
İstima’: işitme
HZ. MUHAMMET’İN HAYVANLARLA KONUŞMASI
Bir gün Hz. Muhammet çölde bir bedevi gördü. Bedevi avladığı geyiği sıkıca bir ağaca bağlamış kendi de uyumuş.Geyik, peygamberimize seslendi: Benim iki yavrum var. bana kefil ol, beni salıver. Yavrularımı emzireyim ve onları ot yanına götüreyim, sonra tekrar döneyim.
Bu sırada bedevi uyandı. Ve peygamberimize , hiç vahşi hayvan geri gelir mi? Eğer sen kefil olursan bırakırım, fakat geri gelmezse seni öldürürüm dedi. Geyiği saldılar , geyik bir süre sonra döndü. Bedevi imana geldi ve geyiği de salıverdi.
Gulâz-i müşrikîni eyledi iskât için yoksa
Behâyim nutka gelmek Hazret’e bir iş midir gûyâ (İzzet Molla)
Müşriklerin kaba sözlerini susturmak için hayvanları konuşturmuştur. (Yoksa) hayvanları konuşturmak Hz. Peygamber için bir iş değildir.
Gulaz: kaba, kalın
Müşrikin: müşrikler
İskât: susturma, ağzını kapatma, razı etme
Behâyim : dört ayaklı hayvan
Nutka gelmek : konuşmak
KERBELA OLAYI
Hz. Ali öldükten sonra , oğulları Hasan ve Hüseyin’in şehit edilişi bütün Müslümanları üzmüştür. Hz. Ali öldükten sonra , Hasan altı ay kadar Kûfe’de halifelik etmiş, sonunda halifeliği Muaviye’ye terk etmek zorunda kalmıştır. Hasan bundan sekiz sene sonra Medine’de zehirlenerek öldürülmüştür.
Muaviye’nin ölümünden sonra halifeliği alan Yezid , Hasan’ın kardeşi Hüseyin’i kendisi için tehlike saymış, onun üzerine asker göndermiştir. Hüseyin’in otuz atlı, kırk yaya toplam yetmiş iki kişilik kuvveti, kahramanca dövüşmüş, sonunda susuzluğa yenik düşmüşlerdir. Hz. Hüseyin şehit edilmiş, başı kesilerek bir mızrağa takılmıştır.
Düştü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ’ya
Cibrîl var haber ver Sultan-ı enbiyâ’ya (Kâzım Paşa)
Hz. Hüseyin atından Kerbela çölüne düştü. Cenrail git Hz. Peygamber’e haber ver.
Sahra-yı Kerbela: Kerbela çölü
Cibrîl: Cebrail
Sultan-ı enbiya : Peygamberler sultanı ( Hz. Muhammet S.A.V )
Çemende sanma ki hâr üzre gonca oldu bedîd
Ser-i Hüseyn-i şehîdi sinâna dikti Yezîd (Sabit)
Zannetme ki çimenlikte diken üzerinde goncalar görülmektedir. ( o görülenler) Yezid’in Hz. Hüseyin’in mızrağa diktiği başıdır.
Hâr: diken
Bedid: meydanda, görünen, meşhur
Ser: baş
Sinân: mızrak , süngü
BAZI MAZMUNLAR
Ab-ı Hayat: Ölmezlik suyu. Efsaneye göre İskender-i Zülkarneyn’e karanlıklar ülkesinde ab-ı hayat( ölümsüzlük suyu) olduğu söylenmiş. İskender, veziri Hızır’ı da alarak denizi geçmiş ve karanlıklar ülkesine ulaşmış. Bu arada İlyas da yanlarındaymış. İskender’in yanında karanlıkları aydınlatan iki bayrak ( veya mücevher) varmış. Bunlardan birini İlyas ve Hızır’a vermiş. Hızır ve İlyas bir pınar başında pişirdikleri balıkları yerken bir damla su balığa damlamış. Balık o anda canlanmış. Hızır bu suyun ab-ı hayat olduğunu anlamış. İlyas’a da o sudan içirmiş. O anda ilahi bir emirle bu suyu İskender’e söylememeleri bildirilmiş.
Kıyamete dek Hızır denizde, İlyas da karada darda kalanlara yardım ederler, altı mayıs günleri bir araya gelirlermiş. ( Hızır-İlyas / Hıdırellez)
Ben senin ab-ı hayat-ı lebinin teşnesiyim
Talib-i çeşme-i hayvan isem insan değilim (Yenişehirli Avni)
Kaknûs / Mûsikâr: Kanatları nakışlı, gagası delikli, efsanevi bir kuş. Gagasında çok sayıda delik varmış. Rüzgara karşı durunca gagasından değişik sesler çıkarmış. Bu sesi işiten kuşlar yanına toplaşır, kaknûs da onlardan bazılarını avlarmış. Uzun yıllar yaşarmış. Öleceği zaman odunları yığar, anların üzerine oturarak kanat çırpmak suretiyle ateşler çıkarırmış. Böylece kendisi yanar, külünden bir yumurta oluşur ve içinden bir yavru çıkarmış. İnanca göre musiki bu kuşun gagasından çıkan seslerden alınan ilham ile ortaya çıkmıştır.
Ateşîn-dem olmada kaknûs-ı zerrîn-bâl-i çerh
Kendi de olsa acep mi şu’lesi içre kebâb (Fehim-i Kadîm)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.